Ebru Okutan Akalın
28 Kasım 2006
-Sayın Faraç, gazetecilikle tanışmanızı nasıl tanımlarsınız?
1984’te Cumhuriyet gazetesinin muhabiri olarak başladım, gazetecilik hayatıma. Daha öncesine dönecek olursam okuduğum okulların duvar gazetesinde başladım. Biraz fazla çekirdekten yetiştim diyebilirim. 1984’te Müslüm Akalın’dan devraldım Cumhuriyet muhabirliğini, O da Naci ıpek’ten almış. 1995’e kadar devam ettim Urfa’da . Hizmet’te ve Güneydoğu gazetelerinde uzun yıllar yazdım. Bu arada tüm çevrem beni gazeteciliğin merkezi olan ıstanbul’a gitmem konusunda telkin etmeye başlamıştı. 90’ların başlarından itibaren telkinler başladı ve sonunda 1995 senesinde Cumhuriyet gazetesi beni ıstanbul’a çağırdı ve böyle devam etti.
-Urfa’da geçirdiğiniz dönemlere dönecek olursak neler söylemek isterseniz?
Urfa, benim en heyecanlı olduğum dönemlerimi kapsar aslında. Özellikle de Hizmet gazetesinde geçirdiğim dönem ve Hizmet’in ortamı, benim gazetecilikte pişmemde çok önemli bir yere sahip olmuştur. Öncelikle, şunu ifade etmek isterim ki, çok demokrat bir ortama sahiptik. Rahmetli Nuri abi, Ömer abi, Bülent hiçbir zaman yazılarıma müdahale etmediler. Hizmette 5-6 yıl kadar çalıştım. Hem Cumhuriyet’in muhabiri hem de Hizmet’te çalışmak benim için emeklemeden yürümeye geçtiğim ve yazarlığımın ilk adımlarını attığım, üzerimde çok etki bırakan bir dönemdir. Hizmet gazetesi yayın geçmişiyle kirlenmemiş, kalemini satmamış istisna gazetelerden birisidir. Urfa’dan koptuğum dönemden bu yana da gazetenizi düzenli olarak almakta ve takip etmekteyim.
Anlattıklarınızdan Urfa yıllarınızın çok verimli ve özel olduğunu anlıyoruz.Değişik bir açıdan değerlendirmenizi istesek Urfa’da gazetecilik yapmanın zorlukları oldu mu?
Urfa’da gazetecilik mesleğinin en zor zamanlarında çalıştım ve çok ciddi engellerle karşılaştım. Ama buraya geldikten sonra Urfa ve Urfalılar bana çok yardımcı oldu. Urfa’yla ilgili 4 tane kitap yazdım. “Töre Kıskacında Kadın” “Suyu Arayan Toprak” “Kötüler Mahallesi” ve özellikle son kitabım “Son Gavur”da Urfa’nın aydın ve entelektüel olarak tanınan kişileri, bana çok yardımcı oldular. Aslına bakarsanız, beni Urfa besliyor.O yüzden hep derim ki “Ben Urfa aşığıyım” diye. Belki başka bir kentte olsaydım, edebiyat alanında kendimi bu kadar geliştiremeyecek ve bu kadar ürün ortaya çıkaramayacaktım. şimdi Urfa’ya yılda iki defa gitmeden duramıyorum, o havayı solumadan kendime gelemiyorum. Urfa insanının halen değişmemiş, hırpalanmamış, o soylu yapısını görmek bana huzur veriyor. Ancak kent açısından son 10 yıldır hep hayal kırıklığına uğruyorum. Yanı başımızda Fırat gibi bir su kaynağımız varken Urfa su sorunu yaşıyor. Türkiye’nin en büyük enerji santrali yanı başında ama elektrik kesintisi yaşanıyor. 20 yıldır gelmiş geçmiş tüm belediyeler Urfa’yı katletmiştir. Ve burada suçu Urfalılar da buluyorum. O yüzden her gelişimde hayal kırıklığına uğradım. Düşünün ki senede 2 defa Urfa’ya gelen bir Urfalı her gelişinde şehrinin 1-2 yıl geriye gittiğini görüyor ve orada yaşayan insanlar ise bu geri kalmışlığı göremiyor. ınsan bir şeyin içindeyken olan biteni görmekte zorlanır. Bir ağaca bakarken ormanı göremez çoğu zaman. 13.500 yıllık geçmişi olan bir kenttir Urfa. Öyle kolay harcanacak bir kent değildir. Kentimizdeki gecekondulaşma sosyal ve kültürel yapıyı, tarihi zenginliği kemirip bitiriyor. Urfa’nın o eski nahit taşlı evleri, o betonarme binaların arasında küçük birer müze gibi kalıyor. ışte bu üzüyor insanı…Kanaatimce Urfa insanı seçimlerde oy kullanırken resmen ihanet sandığına oy atıyor.
-Urfa sayfasından sonra tekrar mesleğinize gelelim biraz da…Uzun zamandır Cumhuriyet’te çalışıyorsunuz bunun özel bir nedeni var mı?
Daha önce de söylediğim gibi gazeteciliğe Cumhuriyet’te başladım. Ardından bir ara Milliyet’in muhabirliğini de yaptım. Sonra Diyarbakır’da A.A ‘da çalıştım ama ajansçılığı bir türlü sevemedim. Sonunda yine yuvama yani Cumhuriyet’e döndüm. Cumhuriyet kendi dünya görüşümü çok rahat yansıtabildiğim, demokrat ve rahat bir ortama sahip olması açısından benim için önemli yere sahip oldu.
-Yazın hayatınıza yönelenim isterseniz…Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Ben Cumhuriyet’te köşeden ziyade analiz ,araştırma ve özel röportajlar yayınlıyorum. Edebiyata ve araştırmaya oldum olası merakım vardır. Her şey bir yana beni yazarlığa yönlendiren Urfa’nın kendisi olmuştur. Çünkü ben her zaman Urfa’nın şairler, edebiyatçılar ve sinemacılar için balta girmemiş bir orman olduğunu düşünmüşümdür. 4 tanesi Urfa ile ilgili olan 8 kitap yazdım. Urfa’yı yazmakla bitirmem mümkün değil. Tabii yetmiyor insana muhabirlik, nereye kadar… Her ne kadar muhabirlik gazeteciliğin en üst rütbesi de olsa ben gazetecilerin ne yöne yatkınlarsa o alanda kendilerini geliştirmelerinden yanayım.
-Kitaplarınız içinde sizi en çok etkileyen hangisiydi?
Beni kitaplarım arasında en çok yaralayan ve etkileyen ” Töre Kıskacında Kadın” olmuştur. Gazetecilikten yazarlığa geçiş kitabımdır. O kitap için Urfa’da geniş alan çalışması yaptım. 1994-98 yılları arasındadır ve kadına yönelik şiddetin en yoğun olduğu dönemdir.Gazeteler o dönem kanlı Urfa diye başlıklar attılar. Niye bir kentin kadınları hem çok soylu olur hem de bu kadar aciz duruma düşürülür? Niye bir kentin erkekleri hem bu kadar folklora, kültüre meraklı olur hem de şiddete bu kadar eğilimli olur? Düşünemiyorum neden kadınlar, kızlar bu kadar çabuk harcanıyor?ınsanları sinemaya, tiyatroya gitti, çarşıda dolaştı diye sokak ortasında kesmenin namusla ne ilgisi var? Çok acıdır , o zaman Urfa’nın Sarayönü Caddesinde Atlas sinemasına girdi diye bir genç kızın öldürüldüğü kentte , şimdi kadınlar akın akın sinemaya gidiyor.Sinemada kadınlar çalışıyor, yer gösteriyor size. Bizler töreyi çarpık bir ideoloji haline getirmemeliyiz. Urfa bu tip olaylarla anılmamalı. Urfa töre cinayetlerinin başkenti olarak anılmamalı! Urfa GAP’ıyla, Harran’ıyla, Gümrük Hanı’yla, Atatürk Barajı’yla, isotuyla, çiğ köftesiyle, folklorüyle, kültürüyle anılmalı.Dünyanın en büyük zenginliği olan kültürel zenginliğe sahipken töreyi neden ön plana çıkaralım?
-Peki bunu neye bağlıyorsunuz?
Kızların en az okula gönderildiği iller arasında Urfa birinci sıradadır. Çocuklar okutulmuyor. Bunun ilk nedeni ise eğitimsizlik. Orada kızlar pamuk tarlasına ya da koca evine itilmişler. Erkekler de okutulmuyor. Gençler bağnazlığın göbeğinde bırakılıyor. Başlık parasıyla satılıyor , berdelle evlendiriliyor. Yani cehaletten başka bir nedeni yoktur bu yaşananların. Biraz önce söylediğim gibi eğitimsizlik bu işin temel nedenidir. Mesela bu konuda çalışmaları olan Çatom var ve oraya giren hiçbir kız töre cinayetine maruz kalmamış. Bu bile eğitimin ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor. Devletin bu konuda çok ciddi çalışmalar yapması gerekiyor.
-Suyu Arayan Toprak adlı kitabınızda Harran ve Fırat’ın buluşma öyküsünü anlatıyorsunuz. Sizce bu buluşma Urfa’ya neler getirdi ve Urfa’dan neler götürdü?
Ben kitabımda o konunun tüm çelişkili noktalarına değindim. Urfa’ya GAP çok şey kazandırmıştır ama çok şey de kaybettirmiştir.Yoğun göç yüzünden gecekondulaşmayı, çarpık yapılaşmayı getirmiştir. Aslında biraz da işsizliği getirmiştir. ınsanlar GAP’tan çok şey bekleyerek kente yönelmişlerdir.Ancak GAP tamamlanmadığı için umduklarını bulamamışlardır. Urfalılar Harran’la Fırat’ı kavuşturmak için 50 yıl mücadele ettiler ve 1994 yılında sonuç alındı. Ancak şimdi 2 milyon hektara yakın arazinin ancak 200 bin hektarı sulanabilmiştir.GAP’ın üniteleri durmuş ve ne yazık ki bu projenin sonlandırılması için ne halktan, ne milletvekillerinden ,sivil toplum kuruluşlarımızdan hiçbir ses çıkmıyor. 50 yıllık mücadelenin sonunda suya kavuştu dediğimiz Harran kuraklık ve tuzlanma tehlikesi altında ve GAP ne yazık ki çöp tenekesine atılmıştır. Bu yalnız Urfa’nın sorunu değil milli bir sorundur.Acilen el atılması gereken bir sorundur. Aksi takdirde bunun zararlarını çok geçmeden daha acı bir şekilde göreceğiz.
-Son Gavur…
Son gavur benim kötüler mahallesinden sonra en çok sevdiğim kitabımdır. Bu kitapla ilgili çalışmaya 2000 yıında başladım. Tamamı gerçek yaşamdan alınmıştır, hiç kurgu yoktur, Tam 8 defa Urfa’ya geldim ve başta Müslüm Akalın, Naci ıpek ağabeyim olmak üzere çok sayıda dostumun hem belgelerin bulunması hem de yaşayan tanıklara ulaşmak konusunda büyük katkılarını aldım.
-Gündeminizde yeni bir kitap projeniz var mı?
Öncelikle benim ilginç bir yazım şeklim olduğunu söylemeliyim.Bir eserimi hazırlarken ya da yazarken diğer kitabımla ilgili fikirler aklımdan geçmeye başlar bile.Örneğin El-Kaide Turka adlı kitabımı Son Gavur’la ilgili çalışmalar yaptığım sırada yazdım.21 Kasım 2003’te ıstanbul’da meydana gelen katliama duyarsız kalmam söz konusu olamazdı.Son dönemde yine kitap çalışmalarım devam ediyor.Hatta sizin aracılığınızla sevgili hemşehrilerime de buradan duyurmak isterim ki, ağustos ayında çıkması planlanan ”Doğu Yakasında Yeni Bir şey Yok” adlı kitabımda 8 tane gerçek hayattan alınmış Urfa öyküsü yer alıyor. Bu öykülerde Urfa’nın son 100 yılının kelimelerle bir resmi çiziliyor sanki.Dünyanın bir yanında yeni buluşlara imza atılırken Urfa’daki töre cinayetlerine rastlamakta mümkün.şu an kitabımın son bölümleriyle meşgulüm ve her zaman yaptığım gibi kitabımın çıkmasına 1 hafta kala Urfa’ya gelerek ve memleketimin havasını soluyacağım.
-Eserlerinizde işlediğiniz konuların birtakım çevreleri rahatsız edeceğinden çekinmediniz mi hiç?
şöyle anlatayım isterseniz Ebru Hanım, daha önce de belirttiğim gibi gazeteciliğe 18 yaşında başladım.ılk günden itibaren işime inandım ve gazeteciliği severek,ciddiye alarak yaptım.Bu yüzden mesleğimde para kazanmak ya da birilerine yaranmak asla hedefim olmadı, olamaz da.Zaman zaman bazı kesimlerden tepkiler alıyorum ancak bunlar hayatımı çok rahatsız edici boyutlarda olmadı.Tepkilerin gelmesini normal buluyorum çünkü ben gerçekleri yazıyorum ve bu gerçeklerin de birilerini dolaylı ya da dolaysız rahatsız etmesi olası.Ben her şeyden önce gazeteciyim.Araştırıyorum ve yazıyorum.Birileri rahatsız olacak diye yazmamam söz konusu olamaz.
-Son olarak Hizmet Gazetesi aracılığı ile Urfalı okuyucularınıza bir şeyler söylemek ister misiniz?
Urfalıların, sorunlarına daha duyarlı yaklaşması gerektiğini düşünüyorum.ılimizde kültürel zenginliklere ve folklorik unsurlara sahip çıkılmalıdır.Üzülerek söylüyorum ki, Urfa az okuyan bir kenttir.ınsanımızın kitap ve gazetelere ilgisinin artması gerektiğine inanıyorum. Ben kendi adıma şu ana kadar Urfa’ya 4 tane kitap yazarak bir armağan sunmaya çalıştım.Bu kitaplarımda Urfa’nın gün ışığına çıkmamış yönlerini de kaleme aldım.Göreceklerdir ki, kentimiz son derece güzel ve soyludur.
Bütün Urfalılar’a sevgi ve saygılarımı sunuyorum.