İbrahim Halil Okuyan
6 Mart 2012
Linç kelimesi, İngilizce “lynch” kelimesinden gelmektedir.
Lynch kelimesi Charles Lynch’in İngilizce diline yerleştirdiği bir sözcüktür.
Charles Lynch, Amerikan Bağımsızlık Savaşında milis albayı olarak savaşmış.
Bu savaş sırasında Lynch ve onun gibi olan bazı milis subayları Virginia’da İngiliz yanlısı olduğundan şüphelendikleri insanları apar topar yakalayıp, kendi kurdukları ve hiçbir hukuki temeli olmayan düzmece mahkemede yargılamışlar.
Malına el koyma, Zorla Askere Alma ve Kırbaçlama gibi cezaları uygulamıştır.
Lynch’in kurduğu bu düzmece mahkemelerin verdiği kararlar daha sonra Virginia Genel Meclisi kararıyla Yasal ilan edilmiş.
“Linç Hukuku” Amerika’daki Kızılderili ve köle olarak getirilen zencilere karşı acımasızca kullanılmıştır.
Zaten Amerikan western filmlerinin çoğunda vardır.
Suçlu olduğu düşünülen adamı en yakın ağaçta asarak öldürmek.
Oluşum ve gelişimine bakıldığında özü itibarıyla hukuk dışı olan linç, belli siyasal çıkarları korumak için başvurulan bir yöntem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
İktidarların bu eylem biçimiyle kurduğu açık ya da gizli ilişkisi biçimi açısından da çarpıcıdır bu.
Gelişen hukuk sistemleri böylesine insanlık dışı ve barbar bir yapıyı hukuk sisteminin dışına itmiştir.
Hiçbir hukuk sisteminde resmi olarak yer bulmamıştır.
Ama bazı siyasi çıkarlar doğrultusunda “Gayri Resmi” olarak birçok defa kullanılmış ve hala kullanılmakta olan bir cezalandırma yöntemdir.
Ülkemizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da vuku bulan faali meçhul cinayetler ortadadır.
Kalabalıkların kendilerine göre suç gördüğü bir davranıştan ötürü birini, ya da birlerini yasa dışı ve yargılamasız olarak, değişik araçlarla döverek öldürmesi veya girişimde bulunması anlamına gelen linç, tarih boyunca başvurulan bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılagelmiştir.
Yazılı hukukun çok öncesine uzanan bir geçmişe sahiptir.
Doksan yıllık Cumhuriyet tarihinde birçok linç olayı yaşanmıştır.
“6-7 Eylül Olayları, Maraş Olayları, Çorum Olayları, Sivas Olayları”’nın Trajik sonuçları tarihin sayfalarında tüm tazeliğiyle duruyor hala.
Ama geride bıraktığımız bu acı olayların hiçbirinden geleceğe dair hiçbir ders çıkarmadık.
Yaşanmış linç olaylarına baktığımızda aslında bunun bir kültür haline gelmiş olduğunu görürüz.
Yaşadığımız toplumda; Üniversitelerde, Kamu Kuruluşlarında,
STK’larda, Siyasette kısaca yaşamın her anında fikrini söylemeye çalışan ve söylemleriyle dikkat çeken herkese hemen toplumun linç kültürü mekanizması çalışmaya başlar.
İnsan olmanın gereği bir şeyler yapmaya çalışan o insan canından bezdirilir ta ki, “sürüde bir birey olmayı kabul edene kadar.”
Onun hevesini kırmak lazımdır.
O insan topluda mevki sahibi insanlar için potansiyel tehlikedir.
Biat ederek ancak belli makamlar elde edilebilir.
Sistem basittir.
Sen “Kafanı Yorma” biz sana ne yapacağını söyleriz.
Bu yüzden makamlar doldurulurken “liyakat”a önem verilmez.
Makamlar “Biat” edenlerle doludur.
Bir öykü ile yazımızı tamamlayalım.
“Körler ülkesinde kral olmak”
Dere tepe, dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış.
Yürür yürür gidermiş, gider gider yürürmüş.
Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş;
Alacalı bulacalı garip bir köy.
Yaklaşmış köye doğru.
Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün…
Girince köyün içine anlamış meseleyi körler köyüymüş burası.
Kadınların, erkeklerin, çocukların, velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri…
Gezginci adam karar vermiş burada yaşamaya…
-Hiç değilse benim bir gözüm var, diyormuş.
“Körler Ülkesinde Şaşılar Kral Olur”, derler.
Bende bunların başına geçer yaşarım demiş.
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış.
Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış.
Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların.
Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş.
Bir gün körlerden biri ötekinin malını aşırmış.
Sadece tek gözlü adam görmüş bunu.
Bağırarak ilan etmiş.
“Filanca malını çaldı falancanın.”
Körler:
“Nereden biliyorsun o kadar uzaktan duyulmaz ki,” demişler.
“Ben duymadım” gördüm.
“Gözüm var benim.”
“Görüyorum.”
Körler göz diye, bir şey bilmiyorlarmış.
Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
-Ne demek görmek, demişler nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?
-Anlıyorum tabii…
-İnanmayız, imtihan edeceğiz seni…
Adamı almışlar, uzakça bir yere dikmişler.
Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini.
“Anlat bakalım, şimdi biz ne yapıyoruz,” demişler.
Adam anlatmış:
“Oturuyorsunuz, konuşuyorsunuz, şu ayağa kalktı, bu elini oynattı, beriki bacağını sallıyor vs…”
Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar:
“Anlatsana…”
“İçeri girdiniz, göremiyorum ki…”
Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:
“Ne olmuş yani içeri girmişsek.”
“Elli santim fark etti, anlat anlat” demişler.
“Arada duvar var, görmüyorum.”
Körler …
“Sen atıyorsun, demişler, Demincek tesadüf etti.
Bak, şimdi bilemiyorsun.”
“Çıkın dışarı söyleyeyim.”
“Bu kadar uzaktan duyunca ha içerisi ha dışarısı, ne çıkar yani…”
“Ben duymuyorum, ben görüyorum” diyormuş adam.
“Öyle şey olmaz, demişler.”
“Sende bir bozukluk var.”
“Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun.”
“Hekime muayene ettireceğiz seni…”
Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler.
Hekimde kör tabii…
Elleriyle yoklamış ve parmaklarını adamın gözünde gezdirirken:
“Buldum, demiş. Bozukluk burada…”
Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim ve:
“Saçmalaması bundan dolayı,” diyormuş.
“Ben şimdi hallederim, düzeltirim onu…”
Körler ülkesinde,
Kral olmaya kalkan “Gezginci” zor bela kurtarmış kendini oradan.
Sözün Özü
Körler Görenleri Anlayamazlar.
Saçmalıyor Sanırlar ve Onu Düzeltip Kendilerine Benzetmek için Gözlerini Çıkarmaya Uğraşırlar.
H.G. Wells”
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
5.Mart.2012 İst@nbul