Sabri Dişli
14 Kasım 2006
Mehso bir gazete ekine verdiği röportajda, rock müzik yapanları kastederek, “Benim bir Urfalı amcam vardı. Bir gün bana, ‘Oğlum bunlar Urfa’ya gelse, turist diye parmak atarlar’ demiş.” Beyefendi amcasını dinlemedi, daha sonra defalarca turist olarak Urfa’ya geldi… Türkü almaya geldi… Klip çekmeye geldi… Geldi de geldi… Belli ki Urfa’nın özelliğine doymamış… Bayramlık ağzı açan olay bu olsa gerek… Canı çekmiş herhal… * Adamın birinin çok küfür eden bir papağanı varmış. Tatile giderken papağanını Mehso ismindeki arkadaşına bırakmış. Papağan sürekli “Mahso seni bilmem ne edeyim” diye akşama durmaksızın küfür ediyormuş… Mehso bakmış olmayacak, papağanın bulunduğu kafesin üzerine bir örtü atmış. ıki gün örtüyü açmamış, aç bırakmış hayvanı… Bakmış papağanın sesi çıkmıyor, şuna bir bakayım demiş, perdeyi şöyle bir kaldırıp bakmış… Papağan hemen lafı yapıştırmış… Ne oldu Mehso gönlün mü çekti? ***** Mahkemeye verilecekmişiz! Gazetemizde çıkan “Naylon minareler”in tarihi dokuya uygun olmadığına ilişkin yazı ve yorumlar üzerine, Naylon minareyi kuranlar bizi mahkemeye vereceklerini telefonla bildirmiş… Suçlu ayağı kalk! Utanmıyor musun naylon minarelere karşı yazılar yazıyorsun! Evet, efendim utanıyorum… Hem de çok utanıyorum… Bu kadar yazılıp çizildikten sonra, dört tane minarenin hala orda öyle durmasından dolayı utanıyorum… ***** Asker Osman ve mavi adam Fırıncı çırağıdır Osman. Doktor tavsiyesi gibi aç karnına günde iki övün görürüm kendisini. Ekmek alırken veya ekmek servisi yaparken… Çocuktu tanıdığımda, öyle kaldı büyümedi, hala çocuksu saflıkta. Birkaç aydır ortalıkta yoktu Osman. Geçen gün gördüm, saçı üç numara kesilmişti. Hani saç; mahpusta, asker ocağında dökülünce kesilir ya… Sordum: askermiş. Asker deyince birden fizikî olarak büyüdüğünü fark ettim… Komutanlar Osman’ın çocuksu saflığını görüp, sevmişler. Rahatsızım demiş Osman, hemen revire kaldırmışlar… Sonra da GATA’ya götürmüşler, Ecevit’in yattığı hastaneye. Osman aynı hastaneyi kiminle paylaştığını bilmeden, duymadan iki ay yatmış hastanede. ılk olarak işçi ve işverene sendikal hakları veren… Amerika’ya kafa tutan, Kıbrıs’ın fatihi, Dağlara taşlara adını yazdıran… Güneş otelde Urfa vekili “Sn. Mustafa Kılıç’ın” da Devlet Bakanı olarak yer aldığı hükümeti kuran… Gün gelmiş, bir paket sigara, bir piknik tüpünün bulunmadığı, siyasi çatışmaların iç savaşa dönüşmeye yüz tuttuğu dönemlerde Başbakanlık yapan… Tamam, Karaoğlan devri kapandı, bitti, derken… Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla tekrar yıldızı parlayan… Sonra yazar kasaların havada uçuştuğu… Sonra tekrar tekrar düştüğü hastalıklarıyla hatırladığımız… Ölümünden sonra bile gömülecek yeri probleme dönüştürmeyi başaran eşiyle tanıdığımız… Cumhuriyet tarihinin en önemli adamlardan biri Ecevit’le aynı hastaneyi paylaştığını duyamamış ya da bilememiş; Fırıncı Osman… Yedi günlük kısacık hava değişimini geçirmek için memleketinde asker harçlığı çıkarmaya çalıştığı fırındaki arkadaşlarından öğrenmiş daha sonra… Belki bütün ömrünü fırında çalışarak geçirecek… Kentin 50 dereceye varan sıcaklığına doymamış gibi çok sevdiği ocak başında 55-60 derece varan sıcaklıkta çalışacak. Demiri bile çatlatan ısı değişimlerine maruz kalacak… Tıpkı ülkesini daha yukarılara taşımaktan başka bir düşüncesi olmayan… Aynı hastaneyi paylaştığı o minyon endamlı, kasketli, beyaz güvercinli, mavi adam gibi… ıte, kalka, düşe, kalka… Geçen seneleri… Kimini Yassı ada’ya oradan da idama… Kimini şiirine mahkûm ettiğimiz… Sonra tekrar başbakan yapıp son ikametgâhlarına anıt mezar yeri aradığımız. Yaşarken anlamadığımız, politik oyunların çirkefinde yerle yeksan eylediğimiz, göçtükten sonra itibarını iade ettiğimiz. O küçük dev adama ve öncekilerine… Hepsinden önemlisi Cumhuriyeti kurana… Demokrasinin bedellerini en ağırını ödettiğimiz önderlere borçluyuz. Onların sayesinde bugün eski bir başbakan, vatandaş fırıncı Osman aynı hastaneyi paylaşıyor.