İbrahim Halil Okuyan
27 Aralık 2006
Nasreddin Hoca merhum birgün neredense bir deve başı bulmuş. Evde eğrilen yün iplerini buna sarmış sarmış.. Kocaman bir topak olunca pazar’a götürüp satışa çıkarmış. Topağı eline alıp ağır bulan müşteriler; “Bunun içinde taş mı var?..” diye soruyorlarmış. Hoca da, “Yok devenin başı..” diye cevaplıyormuş. Bu gerçek cevabı, alıcılar; “Yok canım ne taşı, taş yok..” anlamında algılıyor, topağın tamamını yün olarak kabul ediyorlarmış. Nihayet mal satılmış. Yün topağını evine götüren adam açıp içinde olanı görünce Hoca’ya geri getirmiş. Hoca da “Ben sana yalan mı söyledim? ıçinde devenin başı var demedim mi? Daha niye öfkelenip malımı geri getiriyorsun?..” diye kendini savunmaya çalışmış… Türkiye’nin en görkemli bir havaalanında deve kurban ederek içinden motivasyon çıkarmağa çalışanlar, bulundukları modern alanı mezbahaya, kasap dükkânına dönüştürerek öyle bir motivasyon verdiler ki, kendileri de, görenler de yıllarca unutamıyacak.. O kadar yersiz bir haraket ki, Ülkemizin imajını zedelemek için tertiplenmiş bir komplo sanki. Düşüncesizlik bu kadar olur.. Neymiş efendim, tamiratı biten bir uçağın şerefine deve kurban etmişler.. Koca koca et parçaları ellerde objektiflere poz veriliyor. Devenin başı kimbilir nerelerde… Deve kurban edilerek hayır yapılması olağan bir icraattır. Ama yerini ve zamanını iyi seçmekte isabet vardır. Havaalanları, tren garları, otogarlar kurban kesimi için belki de en uygun olmayan yerlerdir. Nedense yıllar boyunca buralarda da koyunlar, danalar, develer kesilmiş; gösterişler yapılmıştır. 1950 li yıllardaki Başbakanımız merhum Adnan Menderes Londradaki uçak kazasından kurtulunca zamanın Urfa Valisi merhum Kadri Eroğan, Urfa’dan iki deveyi yükleyerek Ankara’ya götürmüş, Menderesin dönüşünde kurban etmişti. Sonraki yıllarda Valimiz Urfa Milletvekili olunca Mecliste ilk 5 yıllık Plân görüşmelerinde “Millet Plân değil, pilâv istiyor..” şeklinde bir cümle kullanmış, kendisini tanıyan bir kısım mebuslar da; “Sade mi, deve etli mi?…” diye lâf atmışlardı. Deve öyle kolay yenilir, yutulur bir lokma olmadığı için kesildiği her yerde doğru, yanlış konuşmalar hep olmuş, düşünceler yıllar sonra bile unutulmamıştır. Binilen, yükümüzü taşıyan, kurban edilen, ticari maksatla kesilen bu sevimli hayvanlar kervanların vagonları, deniz misali çöllerin gemileri gibi de anılmışlar, Hac yollarında din kardeşlerimizin kutsal yolculuklarında asırlarca en önemli yardımcıları olmuşlardır. Onlar en çok da bu kutsal topraklara yakışmaktadırlar. Buralardaki yürüyüşleri, kalkışları, oturuşları, kurban edilişleri ayrı bir âlem, ayrı bir efsanedir. Bundan 50 yıl kadar önce bir devenin kurban edilişine şahit olduğumda çok üzülmüş, hayvanın teslimiyetine hayret etmiştim. Dana, koyun, keçi güçlükle zapt’edilip kesilirken, devenin gözleri bağlandıktan sonra fazla bir ses çıkarmadan, çırpınmadan tam bir tevekülle ruhunu teslim edişini çok düşünmüş, kendi kendime “Bu hayvan istese etrafında bulunanları dağıtır, kasabın elinden kurtulur..” diyordum. Ama hiç öyle olmadı. Hayvancağız kaderine rıza gösterip vereceğini vermiş oldu. Zorluk çıkarmayı büyüklüğüne yakıştırmadı… Kendisi bu kadar olumlu ve verimli bir hayvan olduğu halde vücut yapısı eğrilerle dolu olduğu için; “Neden boynun eğri?..” diyenlere “Nerem doğru ki?..” diyecek kadar da gerçekçidir. Onu çok sevelim. Kurban ederken de bilhassa kurban mahalli olarak doğru seçim yapmasını bilelim. Haydi hoşçakalınız.