İbrahim Halil Okuyan
24 Eylül 2010
Kum saatleri içine öğütülmüş kum doldurulmuş altı üstü geniş, Beli ince, eşit miktarda bir sıvının ya da çok ince taneli bir katının bir delikten geçerken daima aynı zamana ihtiyaç göstereceği ilkesine dayanarak çalışan zaman ölçme aracı.
Kum saati, Avrupa’da ilk kez 8. yüzyılda bir papazın buluşuyla kullanılmaya başlanmıştır.
16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı ölçmek için değil, Belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır;
Kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi amacıyla da kullanılmıştır.
Halen daha çok saunalarda kullanılmaktadır.
İnsanın yaşam sürecide bir kum saatine gibidir.
Yalnız bu saatte üst hazne şeffaf değildir içi görülmez..
İnsanın doğumu ile birlikte,
Bir kum saati oluyor ve üst hazneden alta akış başlıyor.
Ve böylece insanın hayat yolculuğu başlar.
Bilemez insan bu yolculukta kendini neler bekler, meraklıdır, Umutludur, hayaller kurar hep ilerisi için.
Düşer kalkar ama hep ilerler ileriye.
Hep merak eder üst haznede ne kadar kumu kaldı diye.
Fakat zamanının ne zaman biteceğini bilemez.
Çünkü kum saatinin içinde ne kadar kum olduğunu bilemez.
İyi ki böyle; insan ne kadar kumu kaldığını bilse,
Hücresinde idam korkusu ile yaşayan mahkûma dönerdik.
Hiç ölmeyecekmiş gibi uzak hemen ölecekmiş gibi yakın.
Tabi bu arada saati iyi korumak lazım kırılırsa her şey biter.
Kum Saatinde; Aşağıdaki haznede yaşadıklarımız var, yukarıdaki haznede yaşayacaklarımız.
Bazı anlar oluyor sıkılıyorsun saati kırmak istiyorsun.
Sonra hayat tatlı deyip, çevreni, dostlarını düşünüp devam diyorsun.
Bu durumda zaman hızla akıp giderken avuçlarımızdan,
Bir yerlerden yakalamak gerek hayatı;
”kum saati” zamanını doldurduğunda,
Yaşadım diyebilmek için…
Hayatını yaşarken hep kum saatinin hızlı akmasını istiyorsun, Hep merak ediyorsun üst haznede neler var diye.
Hep koşuyorsun ilerisini merak ediyorsun ve bu arada günü yaşamayı unutuyorsun.
Ve hayatta;“Çok güzel! Aman “kum saati” dursun, zaman geçmesin” dediğimiz anlar o kadar az ki.
Bu arada;
Bazılarımız zamanını nasıl öldüreceğini,
Bazılarımız zamanı nasıl kazanacağını düşünüyor..
Bize biçilen rolü değil kendi rolümüzü oynamalıyız bu hayatta.
Nerede, ne zaman ve nasıl doğacağınızı,
Nerede ve nasıl öleceğinizi de seçemeyiz.
Ama nerede, nasıl yaşayacağınızı seçebiliriz.
Yeter ki bunun için çaba gösterelim.
Kimseyi değiştiremeyiz bu hayatta..
Ve kimse için de değişmemeliyiz!!
Bırakalım hayatımıza eşlik etmek isteyenler gelsin bizimle.
Ne sen başkası için mecburi istikamet ol,
Ne de bir başkası senin için…
Yanındakiler seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında.
Bu yüzden; istediklerin yanında,istemediklerin kendi yoluna..!
Bu dünyada hiçbir şey sürekli değil.
Neşe, Sevinç bile;
İkinci dakikada birinci dakikadankinden farklıdır,
Üçüncü dakikada bir derece daha zayıflar,
Nihayet bütün bütün yok olur,
Eski halimize döneriz.
Suda genişleyen halkaların,
Sonunda suyun yüzeyiyle bir olup kaybolması gibi.
Sonuçta suya düşen damla kadar iz bırakıyoruz hayatta. Onun için;
Dostlarımızla öyle yaşamalıyız ki sonradan düşman olduklarında hakkımızda söyleyecek sözleri olmasın.
Düşmanlarımızla öyle yaşamalıyız ki sonradan dost olduklarında yüzleri kızarmasın
Yaşlı Bir bilgeye;
“Nasıl insan oluruz?” diye sormuşlar.
Bilge kişi: “Üç adım atlama” gibi, diye bir cevap vermiş.
“Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur…
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise,
ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman…
İnsan olursun.”
Demiş.
Yaşamayı öğrenmeli insan.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrenmeli insan.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevresini,
Aydınlatabilmek gerektiğini öğrenmeli insan.
Barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrenmeli insan.
İnsanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu ama
Her insanin içinde de iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrenmeli insan.
Her canlının ölümü tadacağını,
Ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrenmeli insan.
Dünya üç gündür; dün, bugün ve yarın. Dün geçti. Yarının geleceği belli değil diye düşünüp, “bugünün kıymetini bilmelidir insan”.
İşte böyle yaşamalı insan, “kum saati” zamanını doldurmadan.
İşte böyle yaşamalı insan, “kum saati” rafa kaldırılmadan.
Sonunda gelinecek nokta:
Sonunda; “İşte geldik gidiyoruz, ne mutlu eğer bana bu dünyada bir hoş seda bırakabildiysem” demek düşer insana.
Saygılarımla,