Cihat Kürkçüoğlu
21 Mart 2007
Dünyanın en zengin doğal-tarihsel ve kültürel miras kaynaklarına sahip ülkemizde bu kaynaklar hızla tahrip edilerek tüketiliyor. Bunun en önemli nedeni, geçtiğimiz son on yıllara kadar bu konuda bir koruma bilincinin olmayışı, bu gün iş başında olan yöneticilerimize, halkımıza bu bilincin gelişmesi için gerekli eğitimin yeterince verilmeyişi geliyor.
Dediğim gibi son on yıllarda doğal – tarihsel ve kültürel mirasın korunması yönünde önemli çalışmalar yapılıyor. Artık valilerimiz, kaymakamlarımız ve belediye başkanlarımızın başarıları bu mirasa sahip çıkmalarıyla ölçülüyor. Bu konuda çalışma yapan yöneticilerimiz kamuoyunun gündemine oturuyor, ilgi ve takdir görüyor. Beypazarı’ndaki 3500 sivil mimarlık örneğinden 500’ünü restore ederek yok olmasını önleyen, bundan dolayı ilçeye her gün akın akın ziyaretçinin gelmesini sağlayan Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı bütün Türkiye tanıyor. Bursa’dan , Safranbolu’ya, Kayseri’den Kemaliye’ye tüm yurt sathında bu canlanmayı, yeniden doğuşu görmek mümkün.
şanlıurfa’mız da, Ziyaeddin Akbulut (1990-1996), şahabettin Harput (1996-2000) ve Muzaffer Dilek’in (2000-2003) valilikleri döneminde taşınmaz kültür varlıklarımızın restorasyonunda önemli çalışmalara sahne oldu. Her üç sayın valimiz de doğal ve kültürel mirasa sahip çıkmalarından, yaptıkları onlarca restorasyon ve çevre düzenlemesinden, satıldıkları takdirde trilyonlar getirecek alanlara parklar ve fidanlıklar kazandırmayı yeğlediklerinden dolayı bugün minnet ve şükranla anılıyorlar. Sayın Dilek kısa süre kaldığı Urfa’da yarım kalan işlerini vali olarak gittiği Afyonkarahisar’da onlarca tarihi yapıyı restore ederek tamamladı.
şanlıurfa’nın korunması gerekli eşsiz bir tarihi şehir olduğunun bilincinde olan şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba da; göreve başladığı günden bu yana bir çok başarılı çalışması yanında, oluşturduğu onlarca parkla, tarihi sokakların ve tarihi çarşıların rehabilitasyonuyla, Topçu Meydanı ve Samsat Kapısı Meydanı düzenlemeleri sırasında tarihi yapıları açığa çıkarıp restore etmesiyle halkın gönlünde taht kurmuş ve iz bırakan yöneticiler safına şimdiden geçmiş durumda.
şanlıurfa’daki kültürel mirası koruma bilincinin halka ve gençlere yansıması konusunda medyanın ve sivil toplum örgütlerinin de önemli çalışmaları oluyor. Cumhuriyetimizin şanlıurfa’da yaptığı ilk eğitim binası ve ilk betonarme yapısı olan eski ınönü ılkokulu (Kız Sanat Enstitüsü) ile ilgili olarak internet gazetelerinde yapılan anketlerde korunması yönündeki oyların çok daha fazla çıkması, şanlıurfa’lının eğitim tarihine ve cumhuriyet dönemi mimarlık tarihine, cumhuriyet değerlerine, kısacası kültürel mirasına sahip çıkmasının güzel bir örneği.
Artık insanlar ve sivil toplum örgütleri kültürel miras deyince, sadece yüzlerce yıllık tarihi yapıları anlamıyor. 2863 sayılı yasada belirtildiği gibi 19. yüzyıldan sonra yapılmış olsa bile önem ve özellikleri bakımından değer taşıyan yapıların da korunması gerekli kültür varlığı olduğuna inanıyor ve bu tür yapıların korunması yönünde çaba harcıyor.
ıstanbul’da Karayolları tarafından kullanılan ve mimarı halen yaşayan (Mehmet Konuralp) çok katlı bir bina, yüksek yapıların ilk örneği, mimari niteliği, döneminin tasarım – üğretim teknolojisi ve malzeme kullanımı açılarından simgesel bir değerinin ve öneminin olması, mimari literatürde ve eğitim yayınlarında yer alması, mimarlık fakültesi eğitim sürecinde kullanılan örnek yapılardan olması nedenleriyle kültür mirası olarak tescil edilerek koruma altına alınıyor, Rant uğruna yıkılarak arsasına daha büyük gökdelenlerin yapılmasına izin verilmiyor.
Doğal ve kültürel mirasın değerini para ile ölçmek, onları rant uğruna feda etmek elbette düşünülemez. Devletlere yakışan da odur. Aksi olsa idi, ormanlık alanlarımız, deniz kenarlarımız, tarihi ve kültürel değerlerimiz para uğruna satılır, Türkiye kültürel mirasını kaybetmiş “mirasyedi” bir ülke olurdu. Geçmişte tüm bunlar yapılmadı değil. Ancak yukarıda da söylediğim gibi son on yıllarda gelişen koruma bilinci, bu konuda geçmişte yapılan yanlışları örtmeye çalışıyor.
Kültür varlıklarının korunarak yaşatılması konusuna gelmişken sözü Türkiye’nin en büyük kültür merkezi ve Topkapı Sarayı’ndan sonra ikinci büyük müzesi olacak Millet Hanı projesine, Urfa Kurtuluşunun belgelerinin sergileneceği Mahmut Nedim Konağı’na getirmek istiyorum.
Millet Hanı; ıçerisinde müze, konservasyon atölyeleri, kütüphane, konferans salonu, sergi salonu, otel, restoran, kafeterya, el sanatları satış mağazaları, el sanatları üretim atölyeleri’nin yer alacağı sosyal aktiviteli bir kültür merkezi olmayı bekliyor.
Kurtuluş Savaşı Müzesi olmak amacıyla vali Muzaffer Dilek tarafından şubat 2003 tarihinde kamulaştırılan Mahmut Nedim Konağı restorasyonuna aradan beş Kurtuluş Bayramı geçtiği halde (beşincisini önümüzdeki 11 Nisan’da kutlayacağız) halen başlanılamadı. Kurtuluşumuzun 87. yılını kutlayacağımız önümüzdeki 11 Nisan 2007’de bir kurtuluş müzemizin olmayışı ayıbımız değil mi?
20 Ocak 2007 tarihinde Almanya’nın Karlsruhe şehrinde açılan ve 17 Haziran 2007’ye kadar devam edecek olan “Anadolu’nun 12.000 yılı” sergisinin ve bu sergide ön plana çıkan Göbeklitepe buluntularının yüzbin’in üzerinde ziyaretçi çekmesi bekleniyor. Kısacası Urfa’nın tarihsel ve kültürel değerleri Avrupa’nın ve dünyanın ilgi odağı haline gelmiş durumda. Biz ise, dünyada eşi benzeri olmayan binlerce eserimizi küçük bir müzenin karanlık depolarında saklıyoruz. Ben Almanya’daki sergiyi görmedim. Ama eminim ki kendi eserlerimizi Avrupalı bizlerden daha iyi sergilemiştir ve pazarlamıştır. Eserlerimizi layık oldukları görkemli müzelerde sergileyerek dünyaya sunmayı biz neden akıl etmiyoruz? Her şeyi Avrupalıdan mı öğreneceğiz? Avrupa’nın kendi insanına sergilediği bu eserleri biz kendi insanımızdan neden esirgiyoruz? Yıllardır gündemde olan, Kültür Bakanlığı’nın da gerekli gördüğü Millet Hanı projesine neden başlayamıyoruz?
Almanya’da açılan sergiden sonra şanlıurfa’ya gelecek turistlere hangi müzemizi gezdireceğiz. Biraz ileriyi görebilse idik, önceleri Sultantepe ve Harran kazılarında, daha sonra Atatürk Barajı, Birecik Barajı, Karkamış Barajı kurtarma kazılarında işaretini veren, Göbeklitepe ile ben buradayım diyen, Karahantepe, Hamzantepe ve Sefertepe’de ileride yapılacak kazılarda uygarlık tarihinin en değerli eserlerinin ortaya çıkacağının gün gibi aşikâr olması karşısında önlemimizi alır şanlıurfa’ya Türkiye’nin, hatta dünyanın en güzel müzesini, en güzel kültür merkezini kazandırırdık.
Hem Millet Hanı, hem de Mahmut Nedim Konağı projelerine bu güne değin başlanamama nedenini son 5 yılda sık sık vali değiştirilmesine bağlıyorum. Ancak, şimdiki valimiz sayın Yusuf Yavaşcan’ın her iki projeye önem verdiğini, Millet Hanı için ilk aşamada 500.000 YTL. ödenek ayırdığını sevinçle izliyoruz.
Türkiye’nin kültürel alanda prestiji olacak Millet Hanı Kültür Merkezi ve Müzesi’nin açılışına dünyadaki tüm devletlerin kültür bakanlarını davet ederek bu muhteşem eseri onlara göğsümüz kabararak gezdirmeliyiz.
Mahmut Nedim Konağı Kurtuluş Müzesi’nin açılışına Fransız yetkililerini davet edip, bu binanın çevresinde bir gecede yüz insanımızı nasıl katlettiklerini anlatmalıyız. Sözde Ermeni soykırımını tanıyan bu ülke yetkililerinin yüzlerine, binlerce kilometre uzaktan gelip bu şehrin insanlarına aylarca ne acılar yaşattıklarını vurmalıyız.
ınanç ve Kültür Turizmi’nin dünyadaki en önemli merkezlerinden birinin Urfa olduğunu söylüyorsak ve tarihimizi hak ettiği biçimde dünyanın gözü önüne sermek istiyorsak bu projeleri tamamlamak zorundayız.
Sayın valimiz Yusuf Yavaşcan’ın her iki projeyi tamamlama azmi ve inancında olduğuna inanıyor, kendilerine başarı dileklerimle saygılarımı sunuyorum.