Cüneyt Gökçe
12 Nisan 2013
Dünya gezegeninde beraber yaşayan ve aynı gök kubbeyi paylaşan insanlar olarak bazı görevlerimizi beraber hatırlamaya ne dersiniz? Örneğin;
*Caddede, sokakta, çarşı-pazarda ya da herhangi bir yerde karşılaştığımızda birbirimizle içten ve samimi olarak selamlaşmamız ne durumda? Gülen bir yüze ve tatlı bir söze sahip miyiz? Sıkıcı olmamak kaydıyla birbirimizin hal-hatırını sorma alışkanlığımız nasıl, acaba?
*Maddi-manevi her türlü ihtiyaç ve sıkıntılarımızı ‘paylaşma’ durumumuzu gözden geçirdik mi? Yani böyle bir meziyetimiz var mı? Bir ihtiyacı olduğunda, koşumuzun bize başvuracağından emin miyiz? İhtiyacını yerine getirme imkânımız yoksa bile bunu güzel bir şekilde izah edebiliyor muyuz? En azından muhatabımızın bu konuda tatmin olduğundan emin miyiz?
*Çevremizdeki insanların hiç kimseye zararı dokunmayan özel yaşantılarını gizlice araştırmak veya bir takım kusur ve eksikliklerini açığa çıkarmak gibi bir hastalığımız var mı? Bu tür davranışların yarardan çok zarar getirdiğini biliyor muyuz?
*Yakın çevremizde bulunan insanların hastalanması durumunda rahatsız edici olmamak ve usulünce yapmak şartıyla onları ziyaret etme duyarlılığımız ne durumda? Peki ya, onların cenazesine katılmak ve taziyetlerimizi sunmak aklımızdan geçiyor mu?
*Rahatsızlık verici davranışlarımızın olup olmadığını, haddimizi aşıp aşmadığımızı kontrol edebiliyor muyuz? Böyle bir kontrolü yaparken de kendimize karşı “objektif” davranabiliyor muyuz?
*Hiç: “Komşu, bugün akşam yemeğinde beraber olalım” veya “buyurun, beraber kahvaltı yapalım” teklifinde bulunduk mu? Ya da: “Yavrum, bu yöresel yemeğimizden komşumuza götürüver” dediğimiz oldu mu?
*Çeşitli münasebetler veya bayramlar vesilesiyle birbirimizi ziyaret etme alışkanlığımız ne durumda? Ölçülü ziyaretleşmelerin insanları kaynaştırdığını ve karşılıklı saygı ve sevgiyi artırdığını biliyor muyuz? Başkasına saygılı davranmanın aslında bir bakıma kendimize saygı gösterme anlamına geldiğini düşündük mü?
*Etrafımızdaki insanların işleri güzel gittiğinde içimizden ne tür bir ses yükseliyor? Sevinç ve mutluluk mu duyuyoruz? Yoksa haset ateşi mi bizi kemiriyor? Başarısıyla sevinmemiz gerekirken, “tüh be, yine mi kazandı?” gibi bir kıskançlık feryadı mı yükseliyor içimizden? Etrafımızdaki insanların başarısının bizim için de bir kazanç olduğunu; tüm toplumun bundan istifade ettiğini neden unutuyoruz?
*Etrafımızdakilerle dargın kalma gibi bir hastalığımız var mı? Peki ya, arkalarında konuşmak, onları çekiştirmek, dedikodularını yapmak, onları karalamak ve küçümsemek gibi bir marazımız var mı? Çevremizdekiler hakkında nasıl bir niyet besliyoruz? Onlar için “iyi şeyler” düşünüyor muyuz? Yoksa hep kötü zanda mı bulunuyoruz? Sebebini bilmediğimiz bir olayla ilgili “acele yorum yapmak” gibi bir handikabımız var mı?
*Ev, arsa ya da işyerimizi satma durumunda kalırken önce komşumuza teklif ediyor muyuz? Yoksa ona haber vermeden başkasına satıyor ve bu konudaki önceliğin komşumuza ait olması gerektiğini unutuyor muyuz?
*İşyeri ya da ev komşumuz evden ayrılırken gözü arkada kalıyor mu? Yoksa tam aksine, çoluk-çocuğuna yardımcı olacağımızdan, onları yalnız ve desteksiz bırakmayacağımızdan emin mi? İnsani görevlerimizi yerine getireceğimize dair kuşkusu var mı yok mu?
Ne dersiniz, bu küçük otokontrol sonucunda kendimize “geçer “not” verebildik mi?
Efendim, bu ve benzeri noktalarda “sınıfta kalmamak” ümidiyle…