Sabri Dişli
16 Kasım 2006
Koca gözlüklü, davudî ses tonuyla konuşan adam; 1999 yılında Harran Üniversitesi’ne rektör olarak seçilir… Göreve geldiğinde boş arazide terk edilmiş dingilli bir kamyonun yanında duran bir bina gösterilir… Gitmesekte gelmesekte orada bir üniversite var, o bizim üniversitemizdir derler… Onun için; koca adam olmuş üniversite öğrencileri bir yetişkin değildir. Anaokuluna gönderilmiş dar gelirli ailelerin Anadolu çocuklarıdır… Yurt, yerleşke, bina ister… Öğretim görevlisi ister. Kimden? Devletten. Kapılar aşındırılır, eldeki avuçtaki ne var ne yok Marmara depremi nedeniyle bölgedeki Üniversitelere gönderilmiştir. Üç yıl bekler deprem yaralarının sarılmasını… Kayıp edilmiş üç yıl… 20 tane Bilgisayarı, toplam 15 kişiden ibaret olan doçent ve profesörlü bir Üniversite… Koca gözlüklü adam kayıp edilen mesafeyi kapatacak bir sprint atar. “Mezunları giremez” denilen üniversitenin bilgisayarı 2000’e çıkar… 44 profesör, 40 doçent, 210 doçent yardımcısı ile toplam öğretim görevlisi sayısı 820’yi bulur… En çok ödenek alan üniversitelerin başında yer alır… Artık ülke genelinde öğrenci başına düşen öğretim görevlisi sayısında l. sıradadır. Tıp Fakültesi 35 fakülte arasında en sondan 15. sıraya, Ziraat Fakültesi de 6. sıraya çıkmıştır. Bilimsel yayanlarda ülke genelinde altıncı sırayaçıkmıştır… Yetmez… Kuğuların gezindiği, su sporlarının yapıldığı koca göller yüzme havuzları yapar süt kuzusu öğrencilerine… On binlerce ağaç ekilir yerleşkeye… “Ben sosyal aktivitesi olmayan bir ilin üniversitesine gelmem” diyen öğretim görevlisinin tüm isteklerine cevap vermektir amacı… Hep kıskandığımız Antepli Ticaret Bakanı fal taşı gözlerle bakarak şaşkınlığını gizleyemez! “Sen ne yapmışsın rektör!” Der. Tıp Fakültesi’ndeki ameliyatlar ilklere damgasını vurur… Özelleşen Üniversite ve sağlık hizmetleri üniversitenin yetiştirdiği beyinleri astronomik rakamlarla transfer etmeye başlar… Bir yanda yasalarla sınırlanan ücretler, diğer yanda serbest rekabetçi piyasanın sınır tanımazlığı ile yarışılır. Objektifliğini yitirmiş, olaylara sadece siyasî perspektiften bakanlar: tu kaka… ‘şunu kaça, bunu “neciye” yaptın, dünyanın neresinde, kaçıncı sırasındasın?’ gibi sorular sorarlar kendi bulundukları yere bakmadan? Havuz yapmasaydın da şunu yapsaydın… Derler. Bunu soranlar kendi kentinde “Kapalı yüzme havuz neden yok?” diye siyasileri sorgulamazlar… Havuzun beden eğitimi bölümünün ve 12 bin kişinin sosyal ihtiyacını karşılayacak bir tesis olduğunu görmezler… Üniversitede her şey değişmiş ve gelişmiştir… Seçildiği yıl taktığı koca gözlük hariç… ıki de bir çıkarıp ağır gözlüğün izlerini ovar. Neden değişmez koca gözlükler? Nakitten mi, vakitten mi? Her şey uzanıp tutabileceği kadar yakındır: Tıp Fakültesi, örtülü ödenek, ihale… Neden diye sorulduğunda mahcup ve tebessüm dolu bakışlarla cevap verir: Zaman bulamıyorum. **** Sayın Fevzi şiş, Lütfen! Fırıncılar Dernek başkanlığına seçilmişsiniz. Hayırlı olsun, tebrik ederim… Kaçtır şahsen söylüyorum, buradan da yazıyorum. Baba dostum eski başkana da söyledim. Fırıncı esnafı halen ekmeği verirken sardığın kâğıdı diliyle ısladıktan sonra ayrıştırıp, ekmeği sarıyor. Diğer bir deyişle tükürüklüyor! Bakın, üsküf denilen elastiki bir alet var. şahadet parmağına takıyorsun. Kâğıtları birbirinden ayırmaya yarıyor. Merkez Bankası çalışanları bile para sayarken o üsküfü kullanıyor… Allah aşkına şu üsküften alın… Ucuz… Vallahi Urfa da yok. Olsa ben alıp fırıncılara dağıtacağım. Yahu dil kanseri denilen bir vaka var… Bu kanserin başlıca nedeni dilin yabancı maddelerle temasıymış… Sonra sindirim sistemini çalıştıran en önemli sıvı tükürük… Bize acımıyorsanız kendinize acıyın… Ne bu selüloz tiryakiliği… Yeter artık! Tükürük katkısıyla paketlenmiş ekmek yemek istemiyoruz!!!… ***** Yolun sonu Fırat! Hemşerimiz Bekir Sıtkı Sezer’in ilk romanı… Roman Urfa’ya okumak için gelen bir köylü çocuğun başından geçenleri anlatıyor. Kitabın arka sayfasında şöyle diyor: “Denir ki, Âdem’le Havva Cennetten kovulduktan sonra yeryüzünde buluştukları yer burasıdır… Urfa’nın sıcak toprağında yetişen isotlar kadar acı ve de ıstanbul’un karmaşık yaşamı kadar baş döndürücü ve acımasız bir öyküdür bu…” Yazar hemşerimiz eğitimci ve çeşitli illerde Cumhuriyet savcılığı yapmış, Halen ıstanbul hâkim olarak görev yapmakta. Kitabı tavsiye ediyorum desem reklâma girer. ***** ‘AT’LA GEL, AL HABERı ‘ DEMış TJK (!) Sizi At’ta götüreceğim demiş… Atlatmamak için haberi Atlamış gitmiş arkadaşlar… At’ların yarıştığı yere. “At” haberini Atçının ağzından dinlemişler! Atlayıp geldiniz ama atlayıp gidemezsiniz demişler… Bekletmişler… Arkadaşlar bir ara at’lara at’layıp şehre at’la dönelim demişler… Dönememişler, 3 saat Atıl durumda beklemişler.. Atlılar atmadan önce… Amaaaan! Ne atıp tutuyorum yine! Bekletilmişler, aksilik olmuş işte… Önemli olan TJK’nin basın mensuplarından özür dilemek için ne yaptığı?…(…)