Ömer Elçi
21 Kasım 2006
Bilgisayarımı açıyorum.Masa üstü ekranda sapsarı “kış nergizi’ resimleri…
Yağmur damlalarından sıçrayan toprak zerrecikleri,saman çöpleri sapsarı nergislere bulaşmış. Gök gürlemeleriyle birlikte yeniden serpelemeye başlayan yağmura,esmeye başlayan rüzgara aldırmadan kış nergiz’lerinin resimlerini çekiyorum. şiddetlenen yağmurla ıslanırken ufacık “çiftçi çiçekleri” de yağmur damlalarıyla çamura bulanmaya, beyazlıklarını kaybetmeye başlıyor.Islanmış halde arabaya kendimi attığımda,isimsiz bir dağ yamacındaki kış nergizlerine ve çiftçi çiçeklerine el sallıyorum.”Bir daha ki Ekim ayında belki yeniden…” diyorum…
Yağmur şiddetleniyor.Köydes projesinde övünçle bahsedilen stabilize edildiği veya asfaltlandığı söylenen çukurlarla dolu köy yollarında yavaş hızla ilerliyorum.
Bazı yerlerde yolun iki yanı biber, domates ve pamuk tarlaları.Çamur kullanılarak yapılmış briketten barakalar.Üzeri naylonla örtülü eğreti barakaların önünde başlarını omuzlarının arasına saklamaya çalışan yarı çıplak çocuklar ve ilerleyen araca havlayıp,saldırmaya çalışan ıslanmış köpekler…
Yağmurun dinmesiyle bir dağın yamacındaki alıç ağaçlarını görüp,araçtan iniyorum.Kayganlaşan yamaçtan çıkıp alıç ağacındaki sarımtırak alıcı koparıyorum.Erkenden bastıran yağmur ve sonbahar soğuklarından olsa gerek kekremsi tat ağzıma yayılıyor.Bazı alıç ağaçlarının üzerlerinde taşlara ve taş darbeleriyle zedelenmiş alıç bedenlerine bakıyorum.ınsanlarımız çalımsı bir yapıya sahip alıç ağaçlarındaki alıçların yere dökülmesi için alıçları taşlamışlar.Birkaç avuç alıç için sıcaklığa, susuzluğa meydan okuyan alıçların bedenlerinde yaralar oluşturmuşlar, kırmışlar.Her yıl sayıları azalan alıç ağaçlarına da “bir daha ki Ekim ayında belki yeniden…” diyorum…
Yağmurlarda ıslanmış otlar…Otlanmaya çalışan tek tük büyükbaş hayvanlar ve Atatürk Baraj gölünde ürkerek açıklara kanat çırpan karabataklar.Çamlarla bir türlü tanıştıramadığımız gölün suyunda ellerimi yıkarken;Samsat ve Bozova ilçesini yağmur perdeliyor.Çakan şimşeklerin ışıltısına ve sonrasındaki gök gürlemesine aldırmadan yüzen minicik bir balığı izliyorum….
Arabadaki somundan bir parça koparıp minicik balığın yanına dönüyorum.Ufalanan parçacıklar ilk anda minicik balığı ürkütse de, suda süzülen ekmek kırıntılarına saldırı başlıyor.Sudaki halkaların çoğalmasıyla birkaç minicik balığın daha ekmek kırıntılarına saldırdığını görüyorum.Gölün suyu ayakkabılarda ıslaklığını hissettirirken ellerimi yıkayıp, parmaklarımdan süzülen su zerreciklerine ve minicik balıklara ““bir daha ki Ekim ayında belki yeniden…” diyorum…
Yaşamın her anı farklı güzellikleri görmemize, yaşamamıza neden olabilirken;bir daha ki günü,ayı, yılı görüp, göremeyeceğimizi bilemeyiz…
ılimize, bölgemize özgü bitkileri, çiçekleri , doğayı korumak ve gelecek kuşaklara bırakmak sorumluluğumuz.Bir çok insanın kırsaldaki bitki, çiçek çeşitlerini güzel görünümleri veya ilaç sektöründeki kullanımlar nedeniyle topladıkları, tahrip ettikleri ise acı gerçeğimiz….
Doğanın her zaman bizlere cömert olacağını sanırız…
Birey olarak yüzlerce yıl yaşayabileceğimizi düşünürüz…
Sevdiklerimizle,dostlarımızla ve bizlere her türlü güzelliği, nimeti sağlayan doğayla barışık yaşamak zorundayız…
Yaşam 15 Kasım’dan 16 Kasıma ilerlerken ekrana gülümseyen sarı çiçeklere, (kış nergizi-sarı çiğdem)” bir daha ki Ekim ayında belki yeniden…” diyorum…