Bülent Okutan
10 Mart 2008
Türkiye’nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı ve yedi dönem Başbakanlığını yürüten Süleyman Demirel’in yaşamında bir otomobilin çok ayrı yeri, önemi vardır. Demirel yaşamı boyunca Siyah Mersedesler de seyahat etmiş ve bu klasikleşmiş renkte ki makam otomobili ile Türkiye’yi bir uçtan uca dolaşmıştır.
Ama Demirel’in hayatı boyunca farklı bir anlamı olan otomobil o siyah Mersedes değildir. Kırmızı bir Mersedes’tir.
Muhtıra sonrası tutulduğu Gelibolu-Hamzaköy’den çıkışı ve ardından yasaklı olduğu için göz hapsine alındığı Çanakkale-Zincirbozan’dan ayrılırken kapıda onu bekleyen sadece bu araç olmuştur. O otomobil onu defalarca Ankara’ya taşımış, aralıklarla uzak kaldığı siyasi yaşamına dönüşünde hep bir araç olmuştur . şimdi bilmeyenleriniz o kırmızı Mersedes’in kime ait olduğunu ve direksiyonda kimin oturduğunu merak etmiştir. Hemen söyliyeyim ;
NECMETTıN CEVHERı
Yani babanın en kadim dostu, en yakın dava arkadaşı ve o zor günlerinde onu yalnız bırakmayan yeğane insan.
Bu dayanışma iki büyük siyasetçi arasında yıllarca sürmüştür. Demirel’de neredeyse tüm Başbakanlık dönemlerinde bu değerli hemşerimizi yanında olması için 6 kez Meclise taşımış, dördü bakanlık biri Başbakan Yardımcılığı olmak üzere beş kez de kabineye sokmuştur. Kabine üyelikleri ise öyle Meteoroloji’den Sorumlu Devlet Bakanlıkları olmamış, Turizm, Adalet, Tarım gibi önemli birimlerin başına getirilmiştir. Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımını bu iki dost, usta politikacı, devlet adamı omuz omuza başlatmışlardır.
Yer şanlıurfa-Mardin karayolunun beşinci kilometresidir. Takvim yaprakları ise 3 Nisan 1977’yi göstermektedir. Ezeli rüya iki parmağın birlikte butona basışı ile gerçeğe doğru yola çıkmaktadır. GAP’ın temel atma töreni. Urfa Tünelleri inşaatının startı yani. O iki parmaktan biri dönemin Başvekil’i Demirel’e, diğeri ise kabine, dava arkadaşı Bakan Necmettin Cevheri’ye aittir.
O gün oradaydım. Yıllar sonrası 1994 Nisan’ın da zılgıtlar arasında Fırat-Harran’a kavuştuğunda da oradaydım. Törende bir an gözlerim Cevheri’yi aradı. Altından suyun aktığı köprünün üstündeydi ve ağlıyordu. Fırat’ın suları kulakları sağır eden bir gürültüyle Harran’a çavlarken o büyük devlet adamı hemşerimizin göz yaşları da usul usul, yılların derin izini taşıyan, artık kırışmış yanaklarından çenesine doğru süzülüyordu.
Bu gün artık Cevheri büyük olgunluk göstererek siyasetten elini eteğini çekerek, mütevazi bir yaşamı seçmiş durumdadır. Dava arkadaşı da aynı tarz bir yaşam biçimini Güniz Sokakta ki evinde sürdürmektedir.
Ben size burada bir biyografi çizme uğraşı içinde değilim. Sayın Cevheri’yi zaten herkes tanıyor biliyor. GAP’ın mimarlarından biri olduğu ise tartışma götürmez. Ama biz vefamızı ona nasıl göstermişiz biliyormusunuz?. Adını Urfalıların tabiri ile mahle arasında bir parka vererek, bir de Akçakale yolu üzerindeki uyduruk, işlevinden uzak kalmış, bir Çiftçi Eğitim Merkezinin giriş kapısına yazarak.
Ayıp etmişiz bence. Bu şehrin tarihinde kaç kişi yarım asırlık siyasi yaşamında, dört ayrı önemli bakanlık görevini yürütmüştür? Kaç kişi Başbakan Yardımcılığı (Başbakan yurt dışında iken vekil de olsa Başbakanlık) yapmıştır, söylermisiniz?
Bana göre Necmettin Cevheri’nin şükrü Saraçoğlu’ndan bir eksiği yoktur. Kaldı ki Saraçoğlu ızmir Ödemişlidir. Ve adı ölümünden çok yıllar sonra başkanlığını yaptığı kulüp olan Fenerbahçe’nin stadına verilmiştir. Beş defa bakanlık, bir dönem de Başbakanlık yapmıştır. Yani neredeyse Sayın Cevheri ile eş değer bir geçmiş. Oysa bizim otuz bin kişilik stad başından sonuna Sayın Cevheri’nin eseridir.
Ve sözün bittiği, biteceği yere geliyorum;
‘Gelin sağlığında, dünya gözü ile bu önemli siyaset adamımıza, GAP’ın en büyük hamilerinden biri olan Cevheri’ye, bir vefa örneği sergileyelim. ınanın o insan, hangi başka şehir için böyle önem arz etseydi, adı en layıkıyla ölümsüzleştirilirdi. Hadi Otuz bin kişilik stadın adını, NECMETTıN CEVHERı STADI koyalım’
Var mısınız?…