Konuk Yazar
9 Temmuz 2015
(Biraz
nostaljiye devam)
1965’lerden
günümüze…
Bir
hayvan düşünün ki hayatın tüm evrelerine sirayet etmiş aynı zamanda anlam
katmaya kadar götürebilmiş olsun.
Evet,
koyundan bahsediyoruz, bazen esprilere konu olan bu hayvanın Güneydoğu
insanının dert ortağı olmaktan, aile bireyleri olmaya kadar giden çok çeşitli
hikayeleri vardır.
Geçmişte
Urfa’da hayvanı olan insan zengin sayılır itibar görürdü.
Çünkü
koyun demek yün demekti, her yıl bahar geldiğinde yünler kırpılır çarşı pazara
götürülüp satılırdı.
Kırpılan
koyunun neşesini görmek mümkündü
O
zamanlar pamuk çok bilinmez ya da yüne göre basit addedilirdi.
Durumu
iyi olan aileler ihtiyaca göre yorgan döşek için bu yünün iyi kısımlarından
alır, yoksul aileler de hayvanın özellikle dışkıladığı bölümlerden ucuz fiyatla
alır ve dışkıya bulanmış olan kısımları derede tokaçlarla yıkar kullanılır hale
getirirlerdi.
Bu
yünlere kemıl denirdi.
İhtiyaç
fazlası yünler ise şehrin dışından gelen tüccarlar tarafından satın alınır
fabrikalara işlenmek üzere götürülürdü.
Kocamış
koyunlar kesim için şehir pazarına getirilir yerine yeni doğmuş kuzular
yetiştirilmek üzere köyde bırakılırdı.
Peki
bu kadar mı?
Hayır,
asıl hayati olan bu koyunlardan sağılan süttü, sağıldıktan sonra peynir,
sadeyağ ve yoğurta dönüştürülürdü.
Öyle
ki bahar geldiğinde şehir peynir ve süt kokularıyla bambaşka hale gelirdi.
Hiç
katkı kullanılmadan tümden doğal olan bu besinler bir şehrin hayatının her
kademesine nüfuz etmişti.
Örgü,
eritme, künefelik taze peynir, tulum vb çokça çeşitlenir hatta bazı evler
köyden gelen peynirleri dev kazanlarda eritir sonra da sıklaştırırlardı, buna
eritme ev peyniri de denirdi.
Bir
evin yıllık peyniri tamamsa kısmen de olsa en önemli ihtiyacı giderilmiş
olurdu.
Peynir
dışında bir de sadeyağ vardı ki, bu gün en ünlü diyetisyenler kaşık kaşık
yiyebilirsiniz diyorlar çünkü bu yağ ağırlıkça en az yüzde doksan dokuz
oranında süt yağı içeriğine sahip üründü.
Bu
yağa alışmış yaşlılar bin dokuz yüz yetmişlerden sonra şehre gelen sana ve
benzeri margarin yağlara asla alışamadılar.
Hatta
öyle ki sanayi yağlarının iğrenç koktuğunu yapılan her yemekte muhakkak
anlarlardı.
Piyasanın
en ünlü tatlı markaları, bu yağı kapatmak için yarışa girer ve tatlılarında
kullanmaya çalışırlardı.
Şehirde
bu işi yapan tüccarlar vardı. Hatta aracılar köyden gelen bu yağlar için zaman
zaman kavga eder, bunu kan davasına kadar götürürlerdi.
Bu
yağ pilav, fırına atılan tava ve tatlıların lezzetine lezzet katardı.
Bir
şehrin hayatına ticaretine, kültürüne kutsal denecek kadar nüfuz etmişti koyun.