İbrahim Halil Okuyan
24 Mart 2015
İnsan
yaşamının amacı, hayatı daha da kolaylaştırıcı olması yönüyle maddeyi, varlığı,
gücü kullanmak olabilir.
Ancak
bu, hiçbir zaman ayaklara zincir vuran bir tutsaklık haline dönüşmek değildir.
Her
türlü insancıl sevgiden ve ilişkilerinden yoksun bir ortamda, sıradan, basit
bir konfor peşinde koşarak yüzeysel, maddesel ve yapay mutluluklar arasında
avunmak, nefes tüketmek, son yüzyılın olağanüstü zaaflarından biri olsa
gerek…
Şunu
unutmamamız gerekir ki;
“Bu
dünya üzerinde kazanılan paranın getirdiği korkulardan değil, Paranın
kazandığı, satın aldığı insanların korkusundan SAKINMAK gerekir.”
Bu
dünya üzerinde, madde, para ve güç ısrarı, hep sevgisizlik sebebi olmuşlardır.
İnsan
bunların esareti altında, doğadan kaynaklanan özünü, insancıl duygularını, esas
kimliğini yaşayamaz hale gelmiştir.
Bizler,
hep kötünün iyiyi yargıladığı, kendinde bu hakkı gördüğü bir ortamda, sözde
tarafsız kalma iddiasıyla devamlı kaçağı oynama peşinde koşuşturuyoruz.
Adeta
gözlerimiz kapalı, karanlıklara kılıç sallamakla meşgulüz.
Neden
her şeyi, herkesi, her olayı yorumlarken asla şaşmayan insan olma ayrıcalığının
terazisini kullanmayı düşünmekten dahi kaçıyoruz?
*
İşte
bu öykü, yıllar boyu bir metropolün karmaşasına direndikten sonra içinden gelen
sese kulak verip Çanakkale’ye yerleşen ve orada küçük bir otel açan Yüksel
bey’e ait.
Bir
yaz günü, yetiştirdiği hayvanların arasına birkaç tane de kaz ilave etmeyi
düşünerek karşı yakadaki kaz çiftliğine gitmek üzere yola çıkan Yüksel bey
saatlerini çok iyi bildiği ve hiçbir zaman kaçırmadığı feribotu kaçırır.
O
sıcakta bir sonraki feribotu beklemeyi gözü yemeyince de kaz alma planını bir
sonraki güne erteleyerek geri dönmeye karar verir.
Dönüş
yolunda otomobiliyle ilerlerken ne tesadüf ki (!) bir kaz sürüsüyle karşılaşır.
Kazları
takip ettiği takdirde kendisini mutlaka ait oldukları yere götüreceklerini
düşünerek peşlerinden gitmeye başlar. Sürü önde, Yüksel bey arkada tozlu
topraklı köy yollarında ilerlemeye başlarlar.
Derken
bir yol ayrımında sürü ikiye ayrılır,
Bir
grup kaz sağa giderken diğer grup düz devam eder.
Yüksel
bey bir an tereddüt ettikten sonra sağa sapan kazları izlemeye karar verir.
Kazlar
yalpalaya yalpalaya bir süre daha gidip sonunda ağaçların arasına gömülmüş
küçücük bir evin önündeki tahta çitlerin arasından geçerek içeri girerler.
O
sırada evin kapısı açılır ve yaşlı bir kadın dışarıya çıkarak kazları karşılar.
Yüksel
bey, bir süre kadını izledikten sonra otomobilden iner, onun yanına gider ve
şayet kabul ederse kazlarını satın almak istediğini söyler.
Yaşlı
kadın sesi soluğu çıkmadan Yüksel beye bakar.
Bakar
ve ardından gözlerinden akan yaşlara hâkim olamaz: “Ben taa ne zamandır bu
kazları satmaya niyetliyim. Tek derdim, onları satıp içeride aylardır hasta
yatan kocama ilaç almak, Ama ne bir yere gidecek halim ne de onları satacak
birini bulacak gücüm var. Dün gece sabahlara kadar ağlayarak yakardım.
Dualarımın duyulacağını biliyordum. Seni Tanrı yolladı bana oğlum.” Der.
Yüksel
bey, kazlara yaşlı kadının hayal bile edemeyeceği bir fiyat ödediği gibi ertesi
gün oraya bir doktor götürüp kocasını muayene ettirir, ilaçlarını alır ve
üzerine üflenen hayır dualarıyla oradan ayrılır.
*
İnsanın
günlük yaşamı bir eylemler sürecidir.
İnsan,
hoşuna gitse de, gitmese de hep devamlı bir işlev sarmalı içindedir.
Dünya
üzerindeki farklı insanların, yaşadıkları sürece her zaman birbirlerine
gereksinim duymaları çok doğaldır.
Yaşamda
tesadüf diye bir şey yoktur.
Bizler,
sahip olduğumuz enerjilerle her türlü olayı, kişiyi ve durumu kendimize çeker
ve o enerjilerin niteliğine göre olumlu ya da olumsuz şeyler yaşarız.
Hayatın
sadece beş duyumuzla algılayabildiğimiz şeylerle sınırlı olmadığını
anladığımızda ve egomuz tarafından bastırılan iç sesimizi duyabilir hale
geldiğimizde unuttuğumuz içtenliği ve dürüstlüğü bize yaşatacak olan başka bir
dünyaya da adım atmış oluruz.
İsterseniz
mucize deyin, evrenin doğal düzeni bunu sağlar.
İnsan,
hayatının belli noktalarında, durup düşünür: “Neden her şey bir anda ters
gitmeye başladı? ”.
Oysa
ters giden, olmasını beklediğimiz ya da planladığımız şeyler değildir.
Onlar
bizim beklentilerimizdir.
Biz
sadece öyle olmalarını isteriz.
Ne
var ki, biz istiyoruz diye öyle olacaklar şartı yoktur.
İşte
gözden kaçırıp üzüntüye sebep olan durum budur. Olan sadece hayatın kendisidir.
Çünkü
hayat, biz başka planlar yaparken olanlardır.
Eğer;
İnsanlar arasında, sevgi varsa, Saygı varsa, bir insancıl duygu pırıltısı
varsa, her zaman karşılıklı bir anlayış platformu var demektir. Saygılarımla.