Mehmet Göncü
24 Mart 2014
Normal
0
21
false
false
false
MicrosoftInternetExplorer4
Kıymetli
okuyucularım, bildiğiniz gibi Osmanlı devletinin kalkınma döneminde, kırk altı
yıl padişahlık yapmış olan, Kanunu Sultan Süleyman bir başka sıfatla “Muhteşem Süleyman” olarak da
adlandırılmıştır.
Kendisi,
Fatih Sultan Mehmed’in torunu olan Yavuz Sultan Selim Hünkar’ın oğludur. Padişahlığı
süresince batıda ve doğuda toplam “On üç” sefer yapmıştır ve her seferi de
aylarca, yıllarca sürmüştür.
Diyebiliriz
ki; Padişahlık süresinin yarısından fazlası seferlerde geçmiştir.
Nitekim
son seferinde olan Zigetvar kalesinin fethi sırasında da eceliyle vefat
etmiştir.
Ebedi
mekânı cennet olsun.
Kanuni, Fetih ettiği ülkeleri batılı emperyal ülkeler
gibi sömürge yapmamış. Bilakis, bu ülkelere adalet, barış ve huzurun gelmesini
sağlamanın yanı sıra gerektiğinde de merkezden bu ülkelere ekonomik yardım da
yapmıştır. Bu nedenle Osmanlı devletinin ismi imparatorluk değil, çok büyük
devlet olarak anılmıştır.
Doğudaki
Irakeyn seferinde bağdadın zaptından sonra Diyarbakır’a gelmiş, rahatsızlığı
nedeniyle bir müddet bu şehirde istirahat etmiştir.
Bu
arada Mimar Sinan’a verdiği emirle şehirde Emevi, Abbasi, Akkoyunlu
dönemlerinde inşa edilen camii, medrese, köprü gibi mimari eserlerin
maketlerini yaptırıp, bu örneklerin gerçeklerini İstanbul dahil, Memalik-i
Devlet-i ali Osmanlıda yaptırmıştır.
Sevgili
okuyucularım, Kanuni Sultan Süleyman gerçekten çok dindar bir Padişah olup, her
icraatının mevcut kanun ve kurallara uyup uymadığına çok özen göstermiştir.
Değerli
okuyucularım, sonuçta her fani gibi büyük hünkâr Sultan Süleyman, yukarıda
belirttiğim gibi Zigetvar kalesinin fethi esnasında eceliyle vefat etmiştir.
İç
organları oraya defnedilmiştir.
Bu
arada, kale fethedilmiş ve Sarı Selim lakablı Şehzade oğlu ikinci Selim gelip,
babasının cenazesini İstanbul’a getirmiştir.
Cenaze
Süleymaniye camisindeki mezarına defnedileceği sırada, Padişah’ın vasiyeti
gereği, kabire konulması gereken küçük bir sandık da vardır.
Bu
durum din adamlarının müdahalesi ile önlenir ve sandık mezara konulmaz.
Gerekçe
de; “İslami kurallara göre, bu dünyaya
çıplak gelinir ve çıplak da gidilir”dir.
Hakikaten;
biz insanlar dünyaya gelirken hiçbir şey getirmedik ki, giderken mezara mal
götürelim.
Dünya
malı kişiye emanettir.
Bu
nedenle akıl ve mantık dini olan İslam, ölülerin mezarına eşya konulmasını men
etmiştir.
Bu
konuyu, büyük ozan Yunus Emre bakın ne güzel dile getiriyor:
“Mal sahibi mülk sahibi, hani
bunun ilk sahibi.
Mal da yalan, mülkte yalan, Var
biraz da sen oyalan”
*
Aziz
okuyucularım, isterseniz dönelim yine öykümüzün sonuna.
Kanuninin
cenazesi defnedildikten sonra acaba bu sandıkta ne var diye Padişah olan oğlu
ikinci Selim’in emriyle sandık açılmış, içine bakılmış.
Sandıkta;
Kanuninin her icraatının mevcut yasalara ve din kurallarına göre uygun olduğunu
belgeleyen fetvalar varmış.
Demek
ki Padişah sonuçta ahiret gününde Allah’a hesap vereceğini düşünerek, her
icraatı için Şeyhul islâmdan uygunluk fetvası almış.
Bunun
üzerine Şeyhul İslâm, “Ebu-Suud” efendi hüngür hüngür ağlamaya başlamış ve
şöyle söylemiş: “EY CİHAN PADİŞAHI SEN
KENDİNİ, ALDIĞIN FETVALARLA İNDALLAHTA KURTARDIN, YA BİZLER!”
Bu
fetvaları verenler olarak inşallah yanlış fetva vermemişizdir. Zira; Haktadır,
haktır en büyük kuvvet diyerek de günlerce ağlamıştır.
Dürüst
ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan engin gönüllü
dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.