Mehmet Göncü
29 Haziran 2006
Bilindiği gibi, Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı ımparatorluğunun en önemli padişahlarından biridir. ımparatorluk tahtında 46 yıl oturmuştur. Döneminde, şarkın ve garbın bütün hükümdarları onun haşmet ve kudreti karşısında gölgede kalmıştır. Batılıların muhteşem Süleyman lakabını taktığı bu cihan Padişahı, yaygın merhameti, yoksulları koruyan uygulamaları, etkin gücü ve şaşmaz adaleti ile gerçekten onaltıncı yüzyılın efendisi olmuştur. 1495-1566 yılları arasında yaşamış olan bu büyük insanla ilgili anlatılan bir menkıbe gerçektende çok anlamlıdır. Kendisine “Kanuni” lakabının verilmesi, hak ve adalet konusundaki çok titiz olmasından dolayıdır. ışte bu büyük hükümdarın ölümüne bağlı olarak yerine getirilmesini istediği bir vasiyeti vardır. Bu vasiyet; içinde ne olduğunu kendisinden başka kimsenin bilmediği 25 cm3 büyüklüğünde küçük bir sandığın ölümü halinde mezarda yanına konmasıydı. Kanuni Zigertvar kalesinin kuşatması esnasında eceli ile vefat edince, cenazesi ıstanbul’a getirildi. Derhal defin işlemlerine başlandı ve bu vasiyette hatırlandı. Sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu. Bu vasiyet dönemin en büyük din bilgini ve şeyhulislamı olan Ebussuud efendiye soruldu. Ebussuud efendi: “Zinhar; böyle bir vasiyeti yerine getirmezsiniz, dini mübine (islama) uymaz” dedi. Bu açıklama üzerine alimler istişare toplantısı yaptılar ve bu vasiyetin yerine getirilmemesine karar verdiler. Zira; bu dünyaya eşyasız gelinir ve öylede gidilirdi. Ayrıca, istişare kurulunun aldığı bir karar gereğince de bu sandık açıldı. Sandığın içinde, Kanuninin yaptığı önemli icraatların adalete, hakka, hukuka, ahlaka ve o günün tüm kurallarına uygun olup, olmadığı hakkında şeyhulislamdan aldığı fetvalar ve yazılı belgeler olduğu görüldü. Demek ki; Cihan Padişahı, Allah’ın huzuruna çıkarken mesuliyeti gereği, adaletli davrandığını ve Onun rızası hilafına aykırı bir iş yapmadığını belgelemek istiyordu. Bu olay karşısında, Devrin en büyük bilgini olan Ebussuud efendi: “Hey büyük sultan, sen Tanrı katında kendini temize çıkardın, mesuliyeti bize yıktın, biz nasıl bunun altından kalkacağız bakalım” demekten kendini alamamıştı. Evet kıymetli okuyucularım kanuni, adaleti ve merhameti ile ünlenmiş bir cihan padişahıydı. Hiçbir fethinde yağma ve yıkım olmamıştır. Hiçbir görevli bilerek yabancı birinin tarlasında atına bir tutam ot bile yedirememiştir. Yedirenler olunca da en şiddetli cezayla cezalandırılmışlardır. Adaletli ve şanlı bir geçmişi olan güzel ahlak sahibi atalarımızla ne kadar öğünsek azdır. Yüce Allah hepsine rahmet etsin. Hakikaten, insan hangi sosyal statüde olursa olsun, bu dünyadan göçerken bir kefenden başka bir şey götüremiyeceğinin gerçeği var. Buna göre hareket etmemizin en doğru yol olacağına inanlardanım. “Çeşmi ibretle nazar kıl, bu Dünya bir misafirhanedir, Hiç mukim adem bulunmaz, ne âcip birkeşânedir. Bir kefendir sermayesi akıbet, şahi geda, Pes buna mağrur olan mecnun değil, ya nedir.” Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.