Deniz Güney
11 Ocak 2010
İçimizdeki duvarları yıkamadığımız için maalesef aramızdaki duvarları da yıkamıyoruz. Gecekondularla villaları, Zenginlerle yoksulları, Kentlilerle göçenleri tek bir duvarla ayırıyoruz. Bu duvarları yıkmaya kimsenin gücü de yetmiyor. Aslında bu kaderin ördüğü bir duvar değil. Peki bu hep böyle mi devam edecek? Aramızdaki duvarlar hep yükselecek mi? Asla böyle olmamalı. Ama neylersiniz? Urfa da yol ortasına duvarlar bile örülüyor. Örülen duvar, Diyarbakır ile Mardin karayolunu birbirine bağlayan çevre yolunu ulaşıma kapatıyor. Briketler ile örülen duvarı görenler şaşkına dönüyor. Duvarın örüldüğü alana ‘Bu alan özel mülkiyettir, girilmez’ yazılı tabela bile asılıyor. Sorunun temelinde hiç şüphesiz kamulaştırma yatıyor. Güneydoğu Anadolu Projesiyle(GAP) başlayan Urfa’daki kamulaştırma sorunu her geçen gün kangrene dönüşüyor. Atatürk Barajı yapıldığı yıllarda yürütülen kamulaştırmalarla ilgili ilginç de bir hikâye dolaşıyor halk arasında. Söylentiye göre; Atatürk Barajı yapıldığı dönemlerde arazileri sular altında kalanlar, devletten çok yüksek paralar almak için boş araziyi fıstık bahçesi olarak göstermiş. Tabi bunda dönemin bilirkişilerinin de parmağı olduğu ileri sürülüyor. Ne ilginçtir değil mi? Kimileri de daha ilginç bir yol izleyerek, kuru dalları araziye dikip kamulaştırmalarda yüksek paralar almış. Tabi bu fahiş fiyatlar birçok kamulaştırma davasında emsal gösterilmiş. Kırsal kesimdeki vatandaşların kamulaştırmalardan aldıkları yüklü paralarla köyden kente göçe başlamış. Böylece köy kültürünü şehirde yaşamaya başladık. Hiç şüphesiz köylü milletin efendisidir. Ancak kamulaştırmalarda devletten fahiş fiyatlar alanlar için pekte ılımlı düşünmüyorum. Yani kamulaştırılan alanı değerinden bir kat fazlaya satsa yine neyse diyeceğim. Ama kat be kat fiyatlar istenince kamulaştırmalar, çoğu zaman bu şehirde hizmetleri ve yatırımları aksattı. Akçakale yolu ile Viranşehir yolu arasında oluşturulacak çevre yolu için devlet 2000 yılında 9 trilyon para gönderiyor. Ama kamulaştırma sorunu aşılamadığı için bu para tekrar geldiği kasaya geri dönüyor. Bunun gibi daha birçok örnek var Urfa’da. Hem de filmlere konu olacak kadar. Sanki kamulaştırma konularında vatandaşlar yönlendiriliyor. Yada bir ortaklık içinde yürütülüyor bu işler. Kamulaştırmalar, vatandaşın haricinde kimlere kazandırıyor sizce? Kamulaştırma piyasasını, kim belirliyor dersiniz. Vatandaşın kendisi mi? Hiç zannetmiyorum. Bence bu piyasayı iyi bilenler kamulaştırmada piyasayı belirliyor. Bu soruların cevabı bizleri bir yerlere götürüyor aslında. Kimi avukatların kamulaştırma piyasası kurduğu ileri sürülüyor. İddiaya göre; bu piyasadaki kimi avukatların kamulaştırmada fiyatı yüksek tutturup kazanılan parayı arazi sahibiyle belli oranda paylaşıyor. Tabi şimdilik bunlar birer iddia. Vatandaşın arazisinin kamulaştırma kapsamına alındığını haber alan kimileri de hemen devreye giriyor ve önce kamulaştırılacak alanı kilitliyor? Kilitlenme sonucu kamulaştırma aksıyor. Emsaller gösteriliyor. Davalar başlıyor. Dava süreci uzadıkça uzuyor. Zaten Urfa’da görülen davalara baksanız, davaların büyük bir çoğunluğunu da arazi davaları oluşturuyor. Durum böyle olunca da Çevik Kuvvet ile Sırrın arasındaki yani Diyarbakır yolunu Mardin yoluna bağlayan çevre yolunda yükselen duvarlar karşımıza çıkıyor. Berlin duvarı yıkıldı ama bizim memleketimizde kamulaştırma duvarı bir türlü yıkılamıyor. Bu kamulaştırma engelleri, yatırımcıları da zor durumda bırakıyor.2.OSB’nin beki 10 yıldır kamulaştırma engeline takılması da benzer sorunlardan kaynaklandı. Kamulaştırma engelleri, yaşadığımız şehre ne kazandırıyor ya da ne kaybettiriyor. Bütün mesele bu. Yoksa vatandaşımız arazisine bir bedel biçecek elbette ama biçilen bu bedel fahiş fiyatlara ulaşınca, yıkın şu kamulaştırma duvarını demekten alamıyor insan kendini.