Reşat Kızılateş
16 Aralık 2008
Bir önceki yazımızda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 60. yılında İnsan hakları ihlallerinin geldiği boyutu ve kapitalizmin açgözlülüğü sayesinde gittikçe insan onuruna duyulan saygının nasıl yerle bir olduğunu dile getirmeye çalışmıştık.
Bu bölümde ulusal sınırlar içerisindeki kalan ve tarihe birer kara leke olarak geçen olaylar ve yine birkaç istatistik bilgiyle konuyu irdelemeye çalışacağız.
Bir kere insan hakları evrensel değerler taşıdığından olaya evrensel bir açıdan bakmak lazım. Tabii ki bu ihlallerde Türkiye de ön sıralardadır. Ama Türkiye dışında da öyle süt beyaz görünmüyor maalesef…
Örneğin çok değil daha 1992 yılında Kolombiya başta olmak üzere Latin Amerika’da tıp fakültesi öğrencilerine insan bedeni sağlamak için dilenci ve ayaşları öldürüp cesetlerini kliniklere satan uluslar arası bir çete ortaya çıkarıldı. Yine Arjantin’deki bir psikyatri hastanesindeki hastalar öldürülerek ölüm havuzu adı altında organları satışa çıkarıldı.
Daha önce de değindiğimiz gibi Türkiye insan hakları ihlallerinde birinci ligde bulunuyor!
Özellikle Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerdeki ihlallerde Türkiye AİHM kararları doğrultusunda yıllardır dünya kadar tazminat ödemektedir…
Bir bakanın toplumdan özür dileyerek işkenceyi resmen kabullenmesi olumlu bir gelişme olmakla beraber bunun devamının gelmesi yani uygulamada bu işin sıkı tutulması büyük önem taşımaktadır.
İnsan hakları sorunu aslında yeni değil, yıllardır süregelen bir zihniyetin yansıması.
Türkiye de dahil dünyanın bir çok bölgesinde insan hakları ihlalleri bazı dönemlerde maalesef süreklilik göstermiştir.
Özellikle 12 Eylül Dönemi insan hakları açısından en en acımasız ve en vahşi dönemdir. Başta Diyarbakır olmak üzere cezaevlerinde yaşananlar insanlık adına utanç verici yıllardır. O dönemi hazırlayanlar bile bugün özeleştiri yaparak o dönemde dozu kaçırdıklarını itiraf etmektedirler.
Olanlar olmuş deyip geçiştirmek o dönemdeki yanlışlardan ders almamamıza yol açar. Bu ülkemizin bir gerçeği…
12 Eylül 2000 Tarihinde Cumhuriyet Gazetesi nasıl bir döküm yayınlamış hep birlikte görelim. Karamsar olmak için değil, bir daha böyle üzücü olayların yaşanmaması için ibretle okumak lazım;
12 Eylül’den sonra 650 bin kişi gözaltına alındı.
1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Bunların 50’si idam edildi
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 71 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film sakıncalı bulunarak yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim görevlisi 47 hakimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 Gazeteci cezaevine girdi. 3 gazeteci silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 295 kişi cezaevlerinde yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 Kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 43 Kişinin intihar ettiği açıklandı…
Öyle veya böyle bunlar yaşanmamalıydı.
Bu tablonun içinde her görüşten, her kesimden insan var. Mağdur olan da mağdur eden de, ezen de ezilen de bu ülkenin insanlarıydı…
Bu gün geldiğimiz nokta için o kadar ağır bedel ödenmemeliydi demek istiyorum.
O kadar ağır bedel ödememiz ve olumlu gelişmelere rağmen, ülkenin bugün hala ‘orta sınıf’ bir yerde olması üzücü bir gerçek.
Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak o kadar ilerlememize rağmen daha geçen yıl tam bu sıralar açıklanan BM İnsani Gelişim Raporunda Surinam, Lübnan, Ürdün gibi ülkelerin seviyesinde olduğumuz, hatta her fırsatta küçümsediğimiz Ermenistan’ın bile gerisinde olduğumuz açıklandı.
OECD İnsani Gelişim Raporuna göre de Türkiye Lübnan ve Ürdün’e kıyasla son 15 yılda daha iyi bir performans sergiledi ama yine de sıralamada sonlardan kurtulamadı.
Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği ve Mazlum-Der gibi kuruluşların raporları da iyileşmeler olmakla beraber henüz istenilen yerde olmadığımızı göstermektedir
Bazı ülkelerde ise çok acımasız bir şekilde soykırım boyutunda olmuştur. Bosna, Filistin, Halepçe, Raunda, Şili, Irak sadece birkaç örnek…
İnsan hakları alanındaki ihlallerde en önemli sorunlardan biri de insanların vurdumduymazlığı ve haksızlığa uğrayanları “öteki” olarak görüp ses çıkarmaması…
Bariz örneklerden biri de 12 Eylül sürecinde yaşananlar ile insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, her platformda herkesin karşı olduğunu söylediği ancak bugüne kadar kökten değiştirmek için kimsenin irade gösteremediği12 Eylül Anayasası ve bu anayasaya dayanan yasalardır….
Bugün geldiğimiz noktada insan hakları ihlallerinin önüne geçilememesi, kaynakların daha çok sermaye hırsıyla tüketilmesi; yoksulluk, açlık, işsizlik yanında yaşanılır bir çevrenin ve doğal dengenin de yok olmasına yol açmaktadır…
Farklı dil, din, renk, cinsiyet, düşünce gibi kriterlerle insanların ‘öteki’leştirilmesi, egemenler tarafından baskı altına alınması, hor görülmesi, inkar edilmesi ve emekçilerin alın terlerinin hiçe sayılması da dünyamızı bekleyen tehlikelerin habercisidir.
Bunun en bariz örneği ABD’nin Ortadoğu gerçeklerini yok sayarak Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bölgeyi hizaya getirmeye çalışması ve bu yolda ortaya koyduğu somut politikalardır.
Müslüman dünyasını yok sayarak ne kadar başarılı olduğu ortada!
Dünyada insan hakları ihlallerinin azalması işimize gelmese de gerçekçi politikaların sergilenmesi, siyasal ve ekonomik güçleri elinde bulunduranların açgözlülükten vazgeçmesi ve dünyadaki ortak kaynak ve ortak değerlerin kimsenin tekelinde olmadığının kabullenmesiyle mümkün olacağı unutulmamalıdır…