Reşat Kızılateş
17 Aralık 2007
ıçinde bulunduğumuz hafta dünyada insan hakları haftası olarak kutlanıyor. ınsan hakları ihlallerinin hangi boyutlarda olduğunu geçen yazımızda birkaç örnek ve bazı istatistiklerle dile getirmiştik.
Türkiye’de de son yıllarda gerek AB’ye mesaj vermek gerekse kendi iç dinamikleri sayesinde insan hakları ihlallerinde gözle görülür azalma olmasına rağmen son çeyrek yüzyılda yaşananlar öyle hafızalardan kolay unutulacak gibi değil…
Özellikle 12 Eylül Dönemi her kesimden, her görüşten insanımıza çok büyük acılar vermiştir.
O dönemi hazırlayanlar bile bugün özeleştiri yaparak o dönemde dozu kaçırdıklarını itiraf etmektedirler.
Olanlar olmuş deyip geçiştirmek o dönemdeki yanlışlardan ders almamamıza yol açar. Bu ülkemizin bir gerçeği…
12 Eylül 2000 Tarihinde Cumhuriyet Gazetesi nasıl bir döküm yayınlamış hep birlikte görelim. Karamsar olmak için değil, bir daha böyle üzücü olayların yaşanmaması için ibretle okumak lazım;
12 Eylül’den sonra 650 bin kişi gözaltına alındı.
1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Bunların 50’si idam edildi
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 71 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film sakıncalı bulunarak yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim görevlisi 47 hakimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 Gazeteci cezaevine girdi. 3 gazeteci silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 295 kişi cezaevlerinde yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 Kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 43 Kişinin intihar ettiği açıklandı…
Öyle veya böyle bunlar yaşanmamalıydı.
Bu tablonun içinde her görüşten, her kesimden insan var. Mağdur olan da mağdur eden de, ezen de ezilen de bu ülkenin insanlarıydı…
Bu gün geldiğimiz nokta için o kadar ağır bedel ödenmemeliydi demek istiyorum.
O günün şartlarında hazırlanan bir anayasanın yeni yeni masaya yatırılması gecikmiş, sevindirici bir gelişmedir.
O kadar ağır bedel ödememiz ve olumlu gelişmelere rağmen, ülkenin bugün hala ‘orta sınıf’ bir yerde olması üzücü bir gerçek.
Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak o kadar ilerlememize rağmen daha yirmi gün önce açıklanan BM ınsani Gelişim Raporunda Surinam, Lübnan, Ürdün gibi ülkelerin seviyesinde olduğumuz, hatta her fırsatta küçümsediğimiz Ermenistan’ın bile gerisinde olduğumuz açıklandı.
OECD ınsani Gelişim Raporuna göre de Türkiye Lübnan ve Ürdün’e kıyasla son 15 yılda daha iyi bir performans sergiledi ama yine de sıralamada sonlardan kurtulamadı.
Uluslararası Af Örgütü, ınsan Hakları Derneği ve Mazlum-Der gibi kuruluşların raporları da iyileşmeler olmakla beraber henüz istenilen yerde olmadığımızı göstermektedir.
Aslında tüm bu olumsuzlukların altında yatan sebep toplumun iyi bir demokrasi geleneğinden yoksun olmasıdır. Demokraside çelişkiye düşmesidir. Bir taraftan Adnan Menderes ve arkadaşlarını, deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asıyoruz bir taraftan onları kahraman ilan ediyoruz.
Bir taraftan 12 Eylül Anayasasına ezici bir çoğunlukla evet diyoruz, bir taraftan çok geçmeden bu anayasanın yasak koyduğu siyasileri yine önemli bir çoğunlukla siyaset sahnesine çıkarıyoruz.
Bir taraftan insan haklarında kendimizi çok iyi bir yerde görüyoruz bir tarafta toplum olarak insan haklarının ne olduğunu bilmiyoruz…
Çelişkiler çok!
Çok değil, birkaç gün önce TBMM ınsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Zafer Üskül, Uluslararası Af Örgütü Türkiye şubesinden Levent Korkut ve Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Turgut Tarhanlı tarafından Türkiye’de yapılan bir araştırmanın sonucu açıklandı.
18 ili kapsayan bu araştırmanın sonuçlarından birkaç anekdot vereyim;
Türkiye’de yaşayan insanların %63,6’sı ınsan Hakları Evrensel Beyannamesinden habersiz.
Bu bildirgeye göz atanların oranı %18,6 (Yani yüzde 81,4’ü hiç görmemiş)
‘Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti ferdin hakkıdır’ hükmünden haberdar olmayanlar %43,9.
Herkesin serbestçe seyahat etme ve yerleşme hakkına sahip olduğunu bilmeyenler %50,9… (radikal.com.tr, 11 Aralık 2007)
Buna benzer birçok ilginç rakam var…
Biraz karamsar bir tablo gibi görünse de nerde olduğumuz, nereden nereye geldiğimiz konusunda kendimizi net olarak görmemiz, gözden geçirmemiz için önem teşkil etmektedir.
AB veya başka bir oluşum için değil, kendi insanımızın refah ve mutluluğu için yapılması gerekenleri zaman geçirmeden hayata geçirmek lazım. Aksi takdirde ‘dış mihraklar’ paranoyasıyla yine içimize kapanabiliriz. (diye düşünüyorum.)