Reşat Kızılateş
19 Ocak 2009
Bir çok sanatçı, şair ve yazar öldükten sonra ünlenmiştir. Öldükten sonra değer verilmeye başlanmıştır.
Kimisi sefalet içinde terk etmiş bu diyarı, kimisi memleketinden uzak yaban ellerde, kimisi sürgünde ah çeke çeke yummuştur gözlerini…
Sanatçı insan duygusaldır, onu farklı kılan, bütün duyguları en yoğun şekilde yaşayabilmesidir…
Hiç kimse memleketinden uzak bir köşede ölen şairin duyduğu özlemi anlayamaz…
Düşüncesi düşüncene, görüşü görüşüne, bakışı bakışına, duruşu duruşuna benzemeyebilir. Bu egemen düşüncenin, görüşün, bakışın, duruşun onu dışlaması için bir gerekçe olamaz. Olmamalıdır…
Ama bizde çok olmuştur! Bir çok bilim adamı, sanatçı, aydın ve sporcumuza başkaları kucak açmıştır.
Sonradan uyanıyoruz ama iş işten geçiyor!
Şu günlerde en çok Ahmet Kaya ve Nazım Hikmet üzerinde konuşuyoruz.
Ne yapmıştı, ne demişti Ahmet Kaya?
12 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde sadece şöyle demişti:
“Bir gün ben de Kürtçe bir şarkıma klip çekeceğim…”
Sen misin bunu diyen! Kaşık çatal fırlatanlar, üzerine yürüyenler!
Milyonların gönlünde taht kuran, herkesin, herkesimden insanın türküleriyle ağlayıp güldüğü, herkesin kendinden bir şeyler bulduğu ses tonuyla bile ne kadar alçak gönüllü olduğu ortada olan bir insan televole kültüründen beslenen, entelektüelliği magazinden öteye gidemeyen bir kesimce linç edilmek istendi.
Neden?
Kürtçe klip yapmak istiyormuş!
Peki bu ‘Şeş Tv’ neyin nesi!?
Başbakan’ın “tv şeş bı xer be” demesine neden suskun kaldılar o gün Ahmet Kaya’ya çatal kaşık fırlatanlar!
Ahmet Kaya ülkesini o kadar seviyordu ki kendisine yapılanlara kalbi dayanamadı!
Ve bir yıl sonra aramızdan ayrıldı…
Şimdi diğer örneğe bakalım.
15 Ocak’ta doğum günü olan Nazım Hikmet’e hükümetten gecikmiş de olsa güzel bir jest geldi.
Yeniden Türk Vatandaşlığına alınması kararlaştırıldı.
Çok yerinde bir karar. Sol iktidarların yapamadığını bu hükümet yaptı. Tebrik etmek lazım…
Ne kadar acı… Yıllarca yasakladık hep mısralarını… Yeni kuşak, böyle dünya çapında bir şairin kim olduğunu bilmiyor! Çünkü öğretilmedi…
Nazım Hikmet’i bazı konularda eleştirdiğimiz çok olmuştur. Ama O başına gelenleri hak etmemiştir. Çünkü bu ülke sadece yönetenlerin ortak malı değil… Bu ülke her bireyin ortak paydasıdır… Kimse kimseyi ülkesini sevmekten alıkoyamaz… Doğal olarak farklı sesler çıkacaktır…
Nazım bu ülkenin zenginliğidir.
Yaşamında ne ararsan var! Sanat, edebiyat, politika, cezaevi, acı, kaçış, sürgün, aşk, aldatma…
1921’de Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Ankara’ya gelmiş. Bolu’da öğretmenlik yapmış, Moskova’ya giderek siyasal bilimler ve iktisat okumuş… 1924’te Ülkesine dönmüş…Bundan sonra yazdığı şiir ve yazılar yüzünden sık sık cezalandırılmış… Birkaç kez kaçmış, sonra tekrar dönmüş ve 1938-1952 yılları arasında cezaevinde yatmış… Çıkınca da tekrar Moskova’ya gitmiş!..
Ve gün gelmiş ülkeye girişi yasaklanmış. Asıl hasret o zaman başlamış…
Mısralara dökmüş hasretini…
Nazım Hikmet’in şiirleri bir çok ülke diline çevrilip yayınlanmış…
Dünya bizden daha iyi tanıyor Onu…
Siyasi düşüncesinden dolayı değil, şiirindeki zenginliğinden dolayı dünyada okunuyor…
Bizde maalesef siyasi kimliğinden dolayı eserleri de hep karanlıkta bırakılmış…
Bir ülke kendi sanatçısına, şairine, yazarına, bilim adamına sahip çıkmazsa birileri alıp götürür… Tıpkı beyin göçünde yaşadığımız gibi… Bu insanlar kolay kolay gelmiyor yeryüzüne…
Şu mısralara bir bakınız. Ne kadar güzel bir araya gelmiş:
…..
kimi insanlar otların kimi insanlar balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
…
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde barış madalyasının verilmesini…
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırt üstü bekledim ölümü
…
Bu dizeler bizim!.. hepimizin, hatta tüm dünyanın…