Cüneyt Gökçe
5 Nisan 2007
Merhabalar… Bugünkü yazımızda elektronik posta aracılığıyla bizlere ulaştırdığınız bazı sorulara cevap aramaya çalışacağız. Soruları ele almadan önce bir kısım yazılarımızla ilgili siz değerli okuyucularımızdan zaman zaman güzel değerlendirmeler alıyoruz. Tenkitleriniz bizim için çok yararlı birer uyarı; tebrikleriniz de gerçekten teşvik edici ve yönlendirici bir unsur olmakta… Sorularınıza gelince.. Bir okuyucumuzun ifadeleri aynen şöyle: “Geçen gün bir işyerindeydik. Benimle beraber olan arkadaşım işyeri sahibine: ‘Abi, millete beyaz eşyayı, peşin şu kadar fiyata; vadeli şu kadar fiyata teklif etmeniz, dini açıdan günah değil midir?’ diye sorunca aramızda tartışma çıktı, bir türlü bir sonuca varamadık, her birimiz bir şeyler söyledi; sonra size yazmaya karar verdik ve hemen oracıkta internete girip size bu e-mail’i attık. Açıklamalarınız için şimdiden teşekkür ederiz.” Efendim, ilginizden dolayı ben teşekkür ederim. Ancak cevaptan önce şu hususları arz etmek istiyorum: Ne olur, tartışırken bir birimizi üzmeyelim; tartışmalarımızın dozajını iyi ayarlayalım. Unutmayalım ki, biz birbirimizle varız ve her zaman birbirimize muhtacız. Rengimiz, dilimiz ve cinsiyetimiz ne olursa olsun aynı gök kubbeyi paylaşıyor, aynı havayı teneffüs ediyor ve aynı gezende beraber yaşıyoruz… Diyelim ki, tartıştık, bir birinizi üzdük; birimiz “a” şıkkı dedi, birimiz de “b”yi tercih etti. Sonuçta, cevabın “a” şıkkı olduğu anlaşıldı. Bu duruma kârlı çıkan hangimizdir, dersiniz. “a” diyenin, yani dediği doğru çıkanın herhangi bir yararı var mı, ne dersiniz? Bilgisine herhangi bir şey eklendi mi? Kesinlikle, hayır! Çünkü o, zaten doğru biliyordu. “b” diyen ise gerçekten kârlı. Çünkü o, bir yanlışını düzeltmiş; bilgi hazinesine yeni bir şey eklemiştir.. Bu yüzden diyorum ki, aman, dikkat! Tartışmalarımız kırıcı olmasın. Sorunuzun cevabı ile ilgili olarak da şunları söylemek istiyorum: Mal sahibi müşterisine peşin esaslı ‘bir fiyat’ ve veresiye esaslı ayrı ‘bir fiyat’ belirtip alternatifleri müşterisine sunsa, müşteri de bu seçeneklerden herhangi birini kabul etse.. Bu alış verişin hiçbir sakıncalı tarafı olmaz. Yani, dinen mahzurlu değil. Çünkü ortada bir fiyat belirsizliği olmadığı gibi her hangi bir tarafın haksızlığa uğraması da söz konusu değildir. Öyle ya, fiyat belli, ödeme tarihi belli ve ödenecek miktarlar bellidir. Bu tür alışverişlerde dikkat edilecek husus, belirsizliğe meydan vermemektir. Mal bedelini ve ödeme planını netleştirmek gerekir. Tabii ki, ardından verdiğimiz taahhüde bağlı kalmak ve birbirimizin hukukuna saygılı olmak gelir. Ayrıca, insaf ölçüsü de unutulmaması gereken önemli bir noktadır. Başka bir okuyucumuz da, yine elektronik posta aracılığıyla, ıslam’da kâr haddinin olup olmadığını soruyor. Bu soru ile ilgili olarak da şu noktalara dikkat çekmek istiyorum: Yüce dinimiz, hem üreticinin hem de tüketicinin haklarını korur. Kimsenin zarar görmesini istemez. Bu yüzden esas olan serbest piyasadır. Ancak, hile ve aldatmanın kötülüğünü dikkatlere sunan dinimiz, fahiş fiyat ve karaborsacılığı asla tasvip etmez. Hatta, Hz. Peygamber’in “Bizi aldatan bizden değildir” ve “Kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için de istemedikçe tam anlamıyla inanmış sayılmazsınız” gibi sözleri bu alanda çok önemli ölçülerdir. Yani, fiyatları rayiç ve günün şartlarını göz önünde bulundurarak belirleyeceğiz, ancak, doğruluktan, dürüstlükten hiçbir zaman ödün vermeyeceğiz. Zaten böyle bir toplumda müdahaleye ihtiyaç kalmaz ki… O zaman, ne stokçuluk ne de hilekârlık söz konusu olmaz. Efendim, bu günlük bu sorularla yetinelim. ınşallah, yeri geldikçe sizlerden gelen soruları değerlendirmeye devam edeceğiz.