Mahmut Çepoğlu
8 Kasım 2006
Mahalle de sokakta rastlaştığımız, beraber oyun oynadığımız, birlikte büyüdüğümüz insanları arkadaşlık duygusu içinde bağrımıza basarız. Büyüyünce kahve sinema derken o zaman ve mekan içinde yeni arkadaşlıklar devam eder. Zaman olur ki sitayişle andığımız arkadaşlıklardan kimi izler gelir ufkumuza oturur. Anılar canlanır, sözler hatırlanır, siyah beyaz bir film şeridi akpak bir perdede açılır gözlerimizin önüne… Bir arkadaşım vardı, adı Ali idi. Namı diğer Zelzele Ali. Sokakta, kahvede, sinemada arkadaşlık ilişkilerimiz vardı. Benim öğrencilik bitince memuriyet hayatı deyip ilişkilerimiz sürmese de gördüğümüz yerde selamlaşır hal hatır sorardık. Ali’nin psikolojik sorunları olduğunu biliyordum. Gençlik yıllarında gözünü budaktan esirgemeyen Ali, delikanlılık döneminde başlayan bazı zafiyetler onu al aşağı etti. Bir kamu kuruluşunda çalışıyordu. Alkol ve keyif verici maddelerden kendini bir türlü koruyamadı.Hayli tedavi gördü ama nafile fayda vermedi. Sakin zamanında bir yolunu bulup söylediğimizde, “kötü insandan iyidir” deyip geçiştirirdi. Son dönemlerinde hep yalnız gezerdi. ılişkilerimiz hayli zayıflamıştı. Yıllar önceydi. Bir gün Harran Kapı aile mezarlığından çıkarken ona rastladım. “Ali kardeş” deyip hal hatırını sormaya yeltenirken; etraftan “aman yaklaşma o tehlikelidir”, sesleri beni durdurmaya çalışıyorlardı. Ben kimseyi umursamayıp selam verdim, vermesine ama kuşku ve şüphelerde benim daha dikkatli davranmama neden oldu. Selamımı aldı. Ama şehadet parmağını şakağının yakınında havada bir iki turladıktan sonra bastırdı. Zihnen sefil, perişan bir halde olduğu her halinden belliydi. “Aleyküme selam” deyip benimle tokalaştı. Nasılsın hocam” diye çok nazikane sordu. O hemen konuya girdi. Çevreden sana “ona yaklaşma delidir” sözleri kulağıma kadar geldi. Senin insanlığını ölçüp gelip gelmeyeceğini kendimce yorumlarken sen geldin. Seni ilk önce tanıyamadım”. Hafif ama zoraki bir gülümsemeyle birlikte ah o günler” deyip hayıflandı. Sonra aniden “işte beni bu insanlar bu hale getirdi. şimdi de bana deli diyorlar.Ben yıllardır bir insanla yürekten konuşmaya hasretim. Vebalı gibi herkes benden kaçıyor. Birisine yakınlık göstereceksem yüzünü çevirip gidiyor. Bu bitmiş tükenmiş halimden bile korkuyorlar.” Okul okumamıştı ama dinleyerek dersini almıştı. Ardından “bir gün bizim gibi insanları fenerle arayacaklar.” deyip vedalaşıp gitti. Arkasından baka kaldığım gibi çevreden kendi işleri ile meşgul olduğunu göstermelerine rağmen hepsi bizi dikizliyorlardı. Bakalım ne olacak? Diye . ıkincisi ve bana Zelzele Ali’den bir adım daha yakın bir sima Irmıdan. Irmıdan denmesinin nedeni Ramazan’ın Arapça ifadesiydi. Siz onun ismini öyle tanıyın. Çünkü ben onu hep öyle çağırdım öyle sevdim. ılk okul aynı sınıfı, aynı mahalleyi aynı sokakları yıllarca bölüştük. Okul okumasa da arkadaşlığımız hep sürdü. Kavgalarımız her gün vardı. Ama o bıçakla vuracak kadar işi ciddiye almıştı. Bir gün kendisinden büyük birinin hakaretine maruz kalınca bıçağını çekti ve “ben bunu bıçakla vuracağım” dedi. Kavga ettiği genci mezarlığa çağırdı. Eskiden addetti. Her kesin içinde kavga olmazdı. Bahçe arası, harabe, mezarlık gibi tenha yerler seçilirdi. Ben engelledim. Hakaret çok ağırına gitmişti. Ben suçun onun olduğunu söyleyince oda suçluluğunu kabullendi. Kavgaya tutuşmadan onu alıp gittim. Irmıdan’ı severdim. Ben okul okudum o çalışarak hayatını kazandı. Bir gün Irmıdan’ın o isyankar ruhu birisini bıçaklamayla dışa vurdu. Yiğitlik mertlik kanında vardı. Kendisini ezdirmezdi. Ezilenlere arka çıkardı. Ceza evine düştü, çıktı. Başına bir kaza gelince ayağı sakat kaldı. Psikolojisi bozuldu. Buna rağmen beni ne zaman görse selamını eksik etmediği gibi önünü ilikler, saygı gösterirdi. “Sizin gibi okumuş adamların önünde el pençe durulur” derdi. Cezaevinde çektiği onu çok olgun bir insan yapmıştı. Ailesi ve bana Irmıdan’ı aratmayan kardeşi onunla çok yoruldu. Tedavisiyle ilgilendi. Yapılanlar çare olmuyordu. Kimi zaman gördüğümde yüzünü benden çevirirdi, görmezlikten gelirdi. Bende üstünü gitmezdim. Bir gün üzerinde gri bir gabardin ceket ve şalvar vardı. Özel diktirmişti. Yeni takım elbiseyle bana selam verdiği bir yaz günü beni kahveye bir çay içmeye davet etti. Gittim oturdum. Oradan, buradan konuştuk, tedaviden gelmişti. Sağlıklı olmadığı her halinden belliydi. Sözü dolayıp dolaştırdı benimle olan ilişkilerine getirdi. Hocam dedi. “Seni hep görüyorum ama sana yanaşmaya çekiniyorum. Benim elbiselerim kirli. Etrafında okumuş arkadaşlarla gezerken, benim gibi pasaklı bir arkadaşının varlığının bilinmesini,onların yanında mahcup olmanı istemiyorum.” deyince bunun bu kadar ince düşünmesi beni derinden yaralamıştı. O üstündeki maddi kirleri kast ediyordu. Oysa toplumda binlercesi kire batmış vicdanları kararmış. Koyun postuna bürünmüş nice kurt aramızdaydı. Onun üzerindeki maddi kir bunların yanında hiçti. Onun gönlü yüreği solduğu hava apaktı. ıkisine de Allah’tan rahmet diliyorum.