Cüneyt Gökçe
31 Mart 2006
Hz. Peygamber’in doğum tarihi miladi takvime göre 20 Nisan 571 olarak kabul edilir ve bu tarihin o yıl, hicri takvimdeki Rebiulevvel ayının 12. gününe denk geldiği vurgulanır. Önümüzdeki 9 Nisan pazar günü Rebiulevvel ayının 11. gününe; 10 Nisan pazartesi günü ise Rebiulevvel ayının 12. gününe tekabül etmektedir. Bir başka deyimle, 9 Nisan gününü 10 Nisan gününe bağlayan gece Mevlid Kandilidir. Her önemli olayın hatırlanışı gibi, Hz. Peygamber’in doğumu da -şu veya bu şekilde- asırlardır kutlanmakta ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Örneğin, değişik yörelerde Rebiulevvel ayının 12. günü geldiğinde mevlitler okunup Hz. Peygamber anılmaya çalışılır. Zaten mevlit sözcüğü doğum anlamına gelmektedir. Kuşkusuz, salt bir mevlit okutma olayının bu anlamlı günü yâd etme bağlamında tam yeterli olmayacağı bilinen bir husustur. Bu yüzden olacak ki, Diyanet ışleri Başkanlığı son birkaç yıldır bu şanlı günü Kutlu Doğum Haftası ana başlığı altında gerçekten şanına yakışır bir biçimde programlamakta ve bilimsel bir yaklaşımla çok güzel etkinlikler icra etmektedir. Özellikle, her yıl Hz. Peygamber’in farklı yönleri ele alınmak suretiyle o çerçevede sempozyumlar, paneller, açık oturumlar, forumlar, radyo-televizyon programları ve benzeri faaliyetler düzenlenmesi, haftanın canlı geçmesini sağlamaktadır. Bu şanlı haftanın bu yıl “Hz. Peygamber’i Anma ve Peygamberlere Saygı Haftası” olarak ilan edilmesi ise gerçekten çok anlamlıdır. Hafta boyunca, ıslam nezdinde peygamberler arası bir farkın olmadığı vurgulanacak, onlara gösterilmesi gereken saygı ve hürmetin üzerinde durulacak ve belirlenen alt başlıklarla ilgili çeşitli etkinlikler düzenlenecektir. “ıslâm Çalışma ve ış Ahlâkı”, “ıslâm’da Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt Sevgisi”, “ıslâm’da ınsan, Aile ve Çocuk Sevgisi”, “Türk Halk Edebiyatında Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyt Sevgisi”, “ıslâm’da Peygamberlere ıman”, “ınsanlığın Peygamberlerin Rehberliğine ıhtiyacı”, “Türk-ıslâm Kültüründe Peygamber Sevgisi” ve benzeri alt başlıklar bu işlenecek konuların bazılarıdır. Bilhassa bu faaliyetlerde üniversitelerimizdeki uzman bilim adamlarımızdan yararlanılması, vurgulanması gereken önemli bir husustur. Böylece, hafta boyu halkımız gerek müftülüklerimiz tarafından icra edilen gerekse çeşitli vakıf ve kurumlar tarafından düzenlenen değişik programlar vesilesiyle Hz. Peygamber’i, ıslamiyeti ve Kur’an-ı Kerimi’in gösterdiği yolu tanımaya çalışacak ve eksik bilgilerini tamamlama çabası içerisine girecektir. Bu vesileyle, şunu vurgulamak gerekir ki, Hz. Peygamber’i ve ıslam’ı hangi yönüyle tanımaya çalışırsak bir oto-kontrol mekanizmasını devreye sokmamız icap eder. Örneğin, “ıslâm’da ınsan, Aile ve Çocuk Sevgisi” konulu bir programı dinlediğimizde büyük bir ihtimalle, Hz. Peygamber’in aileye verdiği önem üzerinde durulacak, eşlerine karşı ne denli adaletli, kibar ve nazik olduğu anlatılacak ve çocuklara verdiği önemin üzerinde durulacaktır. ışte, biz bütün bunları dinlediğimizde, biz hâlâ kız çocuklarına farklı bakan, eşlerini hizmetçi gören, çevresini kirleten, hurafe ve yobazlıklar içinde yüzen, toplumun huzurunu bozup komşularını rahatsız eden, sadece boğazını düşünüp etrafındaki yoksulları hatırlamayan, vaktini bomboş harcayıp herhangi bir üretkenlikte bulunmayan, kendisini fil dişi kulede görüp insanları küçümseyen, ayrımcılık yapıp insanlar arasında fark gözeten; renge, ırka ve bölgeye göre değer biçen… ve kısacası, anlatılanların hiçbirisiyle ilgi ve alakası olmayan bir fert miyiz? Ya da bulunduğumuz kötü durumu tespit ettiğimiz halde devamda ısrarcı mıyız? Ders almayacak mıyız? ıbret almayacak mıyız? Tarih, hep tekerrür mü edecek? Oysa tarihin dost veya düşman değil; milletlerin fotoğrafı olduğu bize öğretilmişti. Biz bu fotoğrafa bakarak geçmişimiz hakkında değerlendirmeler yapacaktık. Torunlarımızı üzmemek için tarihte hoş olmayan şeyleri tekrarlamayacaktık. Hz. Peygamber bizlere kendimiz için istediğimizi kardeşimiz, komşumuz için de istememiz gerektiğini vurgularken, Kutlu Doğum’u, başkasına kötülük yapma duyguları içinde kutlamamız ne derece doğru olur. O, beşikten mezara kadar her yaşta eğitimi tembihlerken Kutlu Doğum’u kutladığımız dönemde okuma-yazma, okullaşma ve üniversiteleşme düzeyimiz geri kalmış ülkelerin sırasındaysa bunun isabetliliğini iddia etmek mümkün müdür? Rızkın büyük bir kısmını ticarette görüp bizleri teşvik ediyorken hâlâ girişimci ruha sahip değilsek Kutlu Doğum kutlaması amacına ulaşmış mı, dersiniz? Bizlere, planlı-programlı ve düzenli bir yaşam biçimini tavsiye edip öyle yaşayan; zamanını tasarruflu ve randımanlı kullanan bir Peygamber’in ümmeti olarak Doğumunu kutladığımız bu haftayı milat kabul edip en azından- bundan sonra zamanımızı boşa harcamamayı söz vermek Kutlu Doğum’un anlamına daha uygun değil midir? Ne dersiniz? Her birimizin bilgi dağarcığında değişik konularla ilgili pek çok bilgi yığını vardır. Bu belki de en doğal insani hakkımız… Kendi alanımızla ilgili veya özel meraklarımızdan ötürü birtakım bilgilere ulaşmak için pek çok imkân ve yöntem deneriz. Bu Kutlu Doğum Haftasını fırsat bilerek O’nunla ilgili bilgilerimizi tazelememiz güzel bir karar olsa gerek… Hayat hikâyesini, bilgisizlik ve cehaletle mücadele serüvenini, getirdiği yenilikleri, ahlaki özelliklerini ve beklentilerini öğrenmemizin güzel bir kadirşinaslık olacağını düşünüyorum. O’nu anlamak ümidiyle…