Cüneyt Gökçe
9 Kasım 2007
Kuşkusuz, toplumsal huzursuzluğa sebebiyet veren önemli hususlardan bir tanesi, başkasını küçümseyip kendini ve mensubu bulunduğu aile ya da bölgeyi ayrıcalıklı görme hastalığıdır. Hatta bunun bir cahiliye rahatsızlığı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nitekim Hz. Peygamber buyuruyor ki:
“Ümmetimde cahiliye döneminden kalma dört şey vardır: Nesepleriyle övünmek, başkasının soyuna dil uzatmak, yıldızlara bakıp yağmur yağacağını ileri sürmek ve ölüler için yüksek sesle ağlamak.” (Müslim, Cenaiz: 29)
Cahiliye döneminde cehaletin, bilgisizliğin ve kör taassubun egemen olduğu bilinen bir husustur. Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, o dönemin bir takım uygulama ve özelliklerini bu hadis-i şerifte gündeme getirmekte ve bunların yanlışlığına dikkat çekmektedir.
Yüce Allah’ın bütün insanları saygın ve değerli olarak yarattığı; özellikle müminleri “kardeş” olarak ilan ettiği bilindiği halde nesep ve soyu bir üstünlük unsuru saymak ve karşı tarafın; ya da kendi dışındaki insanların mensup oldukları soy ve şecereleri hakir görmek –kelimenin en hafif kalıbıyla– bir nezaketsizliktir. Cahiliyenin kalıntısı olan bu yaklaşım, insanları birbirine düşman hale getirir.
Kişinin kendisi için arzu ettiği iyilik ve güzellikleri, kardeşi için de istemesi gerektiğini vurgulayan dinin mensupları, başkasını hor ve hakir göremez. Onun soyuna ve nesebine dil uzatamaz. Çünkü bilir ki, üstünlük derecesi her hangi bir ırk ve bölge mensubiyetiyle ölçülmez. Buradaki değerlendirme kriterinin takva ve sorumlukları yerine getirme ile doğru orantılı olduğunu bilir. Bu yüzden onun nezdinde siyah ile beyazın, doğulu ile batılının, şu ırk ile bu ırkın her hangi bir farkı yoktur. Hepsi de Allah’ın yaratıkları olmaları hasebiyle sevilmeye ve takdir görmeye hakkı vardır. Nitekim yaratılan Yaratandan dolayı sevilir.
Kâinatta cereyan eden fiziki olayların tamamının, Yüce Mevla’nın yarattığı birer kanuna bağlı oldukları bilindiği halde bilgiçlik taslayarak bir takım iddialarda bulunmak ve bu vesileyle halkı horlayıp küçümsemek ayrı bir cehaletin eseridir. Örneğin, ne zaman yağacağı meteorolojik verilerle belli olan yağmurun yağmasını bir takım yıldızlarla ilişkilendirmek bilgisizliğin ürünüdür.
Ayrıca sonlu dünyadaki her şeyin de “sonlu” olduğu bilinmesi gereken önemli bir husustur. ınsanoğlu da bu gerçeğe tabidir. Yakın-uzak, tanıdık tanımadık pek çok cenazeye rastlamamız bu kanunun canlı şahitleridir. Rıza ile karşılanması gerektiği halde ölülerin arkasından –kadere itiraz edercesine– bağıra-çağıra ağlamak cahiliye hurafelerindendir. Bir yakınını kaybeden duygu sahibi her insan elbette üzülecektir. Geçici ayrılığın verdiği bir hüzün ve burukluk vardır ve tabiidir. Ancak hadis-i şerifte söz konusu edilen ve yerilen ağlama ise bağıra-çağıra sergilenen ağlama sahneleridir.
Bütün bireylerinin karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde olduğu bir dünya dileğiyle…