İbrahim Halil Okuyan
19 Ocak 2010
Çeşitli düşünürler anlatmaya çalışmışlar hoşgörüyü.
Bu çağın gereği ortak bir din değil, çeşitli dinlere bağlı insanlar arasındaki karşılıklı hoşgörü ve saygıdır. Gandhi
Hoşgörü, en iyi dindir. Victor Hugo
Hoşgörü, uygarlığın biricik sınavıdır. Arthur Helps
Hoşgörü, yapılan her şeyin kolayca kabul edilip onaylanması değildir, Hoşgörü, başkalarının görüşlerini anlama yeteneği ve acı bir duygu beslemeden, anlayışlı bir tartışma arzusudur. Macintosh
İnsanlığın kurtuluşunu sağlayacak en büyük erdem hoşgörüdür. HWilhelm Van Loon
Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie
Hoşgörü, sağlıklı insan davranışıdır.
Hoşgörü sağlıklı insan hayatının, özüdür.
Beşeri münasebetlerin temelidir.
Bugün her zamankinden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımız olduğu aşikârdır.
Olumsuz birçok davranışın sebebi, yeterince hoşgörülü olamamaktır. Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde, kısaca insanın olduğu her yerde eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma, kavga olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür.
Eğitimli ya da eğitimsiz her insanda görülebilen bir eksikliktir, hoşgörüsüzlük.
Peki, bunun sebebi nedir?
Neden tarih boyunca Yüce Milletimizin hasletlerinden olmuş bir davranışı, bugün yeterince gösteremiyoruz.
Bunun birçok sebebi olabilir.
Bunlardan kanaatimizce en önemlisi: insanın kendisi ile barışık olamamasıdır.
İnsanımız, kendisine güvenmiyor, inanmıyor.
Kendisini yeterince tanımıyor.
En önemlisi kendisini sevmiyor, saygı duymuyor.
Eğer insanın kendisine saygı ve sevgisi kalmamışsa, kendisi ile barışık olması da mümkün değildir.
Düşünün, en son ne zaman aynaya bakıp, kendinize gülümsediniz.
Bu sabah kaç kişiye merhaba, günaydın ya da hayırlı sabahlar dediniz. Yoksa her gördüğünüz, tanıdığınız kişi için bu işte öyle biridir diye olumsuz mu düşündünüz?
Ayıbını mı aradınız?
Bu sabah trafikte içinizden kaç kişiye bir şeyler mırıldandınız.
Kaç defa yardıma ihtiyacı olan insanları gördüğünüzde başınızı çevirdiniz.
Okulda, sınıfta, sırada kaç kişiye kötü davrandınız.
Arkadaşlarınızı, bencilliğinizden dolayı üzdünüz.
Yönetici iseniz, idarenizdeki kaç insanı yeterince dinlemediğiniz için kırdınız.
Yoksa siz sadece kendinizi mi düşünüyorsunuz?
Hoşgörü bir vurdumduymazlık değildir.
Hoşgörü görmezlikten gelmek hiç değildir.
Hoşgörü kendini bilmektir.
Hoşgörü haddini bilmektir.
Hoşgörü haddini bilerek sürdürülen hayat biçimidir.
Hoşgörü bir anlayıştır, anlayışlı olmanın adıdır, sevginin yoludur. Hataları düzeltebilmedir.
Yoksa bana ne lazımcılık değildir.
Anlayışın kendisidir.
Hoşgörü, çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır, insanın özüdür.
Görülen odur ki bugün insanımız kendisi ile barışık değil.
Her gün, haberlere baktığınızda olayların birçoğunun sebebinin hoşgörüsüzlükten kaynaklanıp kaynaklanmadığını bir düşünün…
İnsan kendisi ile barışık olamadığı zaman, toplumda kendisi barışık olamıyor.
Sonra da herkes bir başkasını suçluyor, Çünkü en kolayı bu.
Hz. Mevlana:
“ Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.”
Diyor ve ekliyor.
“Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir.
Bunun en doğru tedavi yolu ise sevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz.
Sevilirsiniz.
Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız !”
Hoşgörü ustası Hz. Mevlana gibi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Karaca Sultan da insanları hoşgörüye davet etmişler ve yaşadıkları dönemde Anadolu’yu bir hoşgörü cennetine çevirmişlerdi.
Ama bugün aynı Anadolu’da hoşgörü yerine daha çok hoşgörüsüzlük almış başını gidiyor.
Toplumda hoşgörüye dönüşün, hoşgörüyü davranışa dönüştürmenin yolu, hoşgörünün yayılması, insanın sevgiyi yaşamasına, kendisine saygı duymasına, kendisi ile barışık olmasına bağlıdır.
Hoşgörünün bir hayat biçimine dönüştürülmesi gereklidir.
Bunun için de, Hz. Mevlana ve diğer hoşgörü ustalarının peşinden daha fazla gitmek, onları daha fazla anlamaya çalışmak gereklidir.
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
Hz. Mevlana’nın bu meşhur sözlerini sanırım duymayan, bilmeyen yoktur.
Bilhassa dünyamızın içinde bulunduğu sıkıntı, tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlük dolu ortamda insana bir nevi rahatlık veren ifadelerdir.
Yazımızı hoşgörü ustalarının öğüdü ile bitirelim :
“Yıktığın varsa yapacaksın.
Ağlattığın varsa güldüreceksin.
Döktüğün varsa dolduracaksın.
Çıplakları giydirecek, açları doyuracak.
Az halkı çok edeceksin.
Ve en önemlisi: Eline, diline, beline sahip olacaksın !”
Hoşgörülü olacaksın.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve arkadaşları camii önünde oturuyorlarmış.
Bir Musevi naşı görünmüş, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ayağa kalkmış, arkadaşları:
”Ya Muhammed, O bir Musevi ” demişler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuş:
“İnsan Değil mi ?”
İşte bu kadar.
İnancımıza göre; Cenabı Allah kulları hakkında karar vermeyi öbür dünyaya bırakmışken bizler azıcık tanıdığımız insanlar hakkında nasıl kısa sürede karar verme hakkını kendimizde görebiliyoruz anlamak mümkün değil.
Saygılarımla.