Nejat Karagöz
12 Nisan 2023
Nejat Karagöz
6 Kasım 2002’den beri, 20 seneyi aşkın bir zamandır iktidarını kesintisiz sürdüren bir hükümet için zeval vaktinin yaklaştığını milletçe görüyoruz.
90’lı yıllarda, müesses nizamın,zaman zaman gerek temel insan hak ve hürriyetlerine, gerek genel ahlaka ve gerekse yerleşik geleneklere mugayir tutum ve davranış, tasarruf ve uygulamalarının toplumun bir kesiminde yarattığı öfkeyi arkasına alan AKP, çok da ezici olmayan bir oy oranıyla iktidar şansını yakalamıştı.
Uygarlık tarihi boyunca sayısız kere şahit olunmuş olduğu üzere; uzun zamana yayılan her iktidar gibi bu iktidar da iflah olmaz bir güç zehirlenmesiyle hastalıklı hale geldi. İktidarını besleyençevrelerin hak ve özgürlüklerinialabildiğine genişletirken, karşı mahalleyi zapturapt altına almaya, muhalif sesleri kısmaya, önceleri içten içe, giderek açıkça ve artan dozajda, farklılıklardan düşmanlıklar üretmeye ve topluma pompalamaya, bu suretle toplumu ayrıştırmaya başladı.
Çevresini bir örümcek ağı gibi saran menfaat gruplarının ve bunların asalakları durumundaki çevrelerin desteğinin devam edebilmesi için de hem bu düşmanlıklara ve hem de ciddi bir maddi kaynağa ihtiyaç vardı.
Reçeteyi bulmak gecikmemişti: Asırlık cumhuriyet kurumlarının birer birer satılmasının yanı sıra yolcu, araç, hasta garantili projeler geliştirildi ve bu kesim kamu kaynaklarıyla alabildiğine beslenmeye başlandı…
Birtakım etkili ve korunaklı şahıslara kurdurulan vakıf ve dernekler aracılığıyla akıl almaz miktarlarda para ve varlık transferleri yapılmaya başlandı, bunu denetlemekle görevli kurum ve kuruluşlar işlevsizleştirildi. Özellikle yargı üzerinde eşi görülmemiş bir baskı ve tahakküm kurularak, anayasa ve hukukayaklar altına alınarak denetim mekanizması bertaraf edildi.
Bu gidiş, Turgut Özal’ın siyasi lügatinde ifadesini bulmuş olan “Orta direk” diye tanımlanan en büyük halk kesitinin bu vasfını kaybetmesine,iki elin parmakları sayısınca insanakıl almaz servetlere kavuşurken, büyük halk kitlelerinin yoksullaşmasına yol açtı. Öyle ki, Türkiye’de 13-15 kişinin toplam serveti ülke nüfusunun yarısından fazlasının servetine denk gelecek bir düzeye ulaştı.
Öte yandan, bu iktidarın uyguladığı, bilimden, akıldan, dünya gerçeklerinden uzak ekonomik model yüzünden, o yıllarda bir çeyrek altın alınabilen para ile bugün bir kilo soğan bile almanın mümkün olamadığı acı gerçeğiyle de karşı karşıya gelindi…
İşte, sonunda halk, ehliyetsiz ellerin iş bilmez yönetimi yüzünden gelip dayandığı bu uçurumunun kenarından içerisinde bulunduğumuz değişim süreci sayesinde kurtulacak, bu durumun fail ve müsebbiplerinden ise yargı önünde hesabının sorulmasını talep edecektir.
Bu hesaplaşmanın, bir devri sabık yaratmadan, düşmanlık ve intikam hislerinden ari olarak ama mutlaka evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde ve en etkili şekilde olması, devlet ciddiyeti dediğimiz kavramın hayat bulması ile mümkün olabilecektir.
Yağmalanan milli servetlerin asıl sahibinin eline geçmesinin sağlanması, toplumun yok edilen değerlerinin ve cumhuriyetin tahrip edilen kurumlarının yeniden ihyası ve inşası gelecek olan yeni iktidarın asli ve birinci görevi olmalıdır.
Asıl savaşılacak olan; 14 Mayıs’a doğru yaklaşırken; bu seçimler için “Küfür ile İslam’ın savaşı” nitelendirmesi yapan zihniyet olduğu unutulmamalıdır. Nitekim bu zihniyet memleketin koca yirmi yılının nasıl çalındığının, heba edildiğinin yöntemini de böylece açık etmiş olmaktadır.
Gerçekte ise bu seçim, küfürle ve İslam’la alakalı olmayıp, bizzat cumhuriyetin ölüm kalım savaşı olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.
Bu süreçte küçük farklılıkların görmezden gelinmesi, toplum için ve ülkemiz için büyük kazanımlara vesile olacaktır.
Bu bilinç ve bu azimle, 14 Mayıs günü sel olup sandıklara akacağız.
(devam edecek)