Mahmut Çepoğlu
9 Şubat 2007
Bazı insanlar var ki, kendileri insanlıktan nasibini almamış, saygı göstermeyi bilmedikleri gibi, saygı kelimesinden bile hoşnut olmazlar. Onlar hep ön yargılıdırlar, ne insani değerlerden ne inançlarından doğan güzelliklerin farkındadırlar. Saygı ve sevgide bulunmayı kendilerini göre “basitlik, yağcılık” addederler. Toplumun, saygı ve sevgi temeli üzerinde yükseldiğini bilmezler. ınsanların güzel erdemlerini basit sözlerle geçiştirirler. Yazar, düşünceleri ile farklı bir perspektif çizer. Toplumum aykırı sesidir. Demek değildir ki; herkese karşı hırçın, kaprisli, agrasif davranacak, doğruları görmeyecek, hayatın realitesini bölüşmeyecek. Sakın kimse alınmasın, herkes kendi payına düşeni de almayı ihmal etmesin. Örf ve adetlerden gelen, dahası bürokrasinin gereği, nezaket ve görgü kuralları çerçevesinde yapılabildiği kadarını yapmaya çalışıyoruz. Ancak bazıları bu davranışlarımızdan sırf makamlar için yapıldığını söylüyorlar. Oysa aldandıklarının farkında değiller. Kibarlık, nezaket, saygı, kişiler için yapılmaz, insanın kendi özündedir. Burası Urfa; yazarıyla çizeriyle bir avuç, herkes birbirini basının dışında da çok iyi tanıyor. “Altının ayarını sarraflar bilir.” Ata sözünü hatırlamada yarar var sanırım. Gelin kabana beraber basalım, terazi hafif tartmasın. ıster vilayet, ister üniversite olsun, dahası hakkında sayısızca yazılar yazdığım belediye başkanlığı olsun, hepsi saygı ve sevgiye layık makamlardır. Kendini kanıtlayamayanlar oralarda bulunamazlar. Elbette ki, bu makamlara saygı gösterilir, gerektiğinde eksikleri yazılır, noksanlıkları her fırsatta dile getirilir. Onların yaptığı güzellikler elbette ki takdir edilir. ıcraatları, başarıları bizim için övünç kaynağı, dahası mutluluğumuzdur. Eksiklikleri de bize yansıyan sıkıntılardır, üzüntülerimizdir. Kişiler gidici makamlar kalıcıdır. Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi. Benim daire amirlerinden, mevki ve mertebeden ziyade insanlığa büyük değer verdiğimi çoğu kimseler bilir. O makamı insanlığa hizmet eden biri idare ediyorsa mutlaka ona güzel yazılar yazılır. Eleştiride mutlaka olacaktır. Çünkü beraberinde yaşamın gerçeklerini ve doğrularını getirmektedir. “Kimsenin kimseyi ihtiyacı yok, ancak Urfa’nın hepimize ihtiyacı var”, sözünün erdemine varmak bizler fersah fersah ileriye götürür. Bir insan karşısındakine değer vermesi kendine biçtiği değerdir. Sana olmayan bir elbiseyi başkasına giydiremezsin. Ben tüm bu konulardan uzak durmak isterdim, ama insana verdiğim değerleri kendi özlerinde bulmayan, sözde kalem ehli geçinen insanların, hurcu o güzel erdemli sözlerden yoksun olduğu için, hırıltılı sesleri kulak tırmalaması insanlık adına beni üzer. Benim veya bir başkası için fark etmez. Haksız yere kalem erbabına uzatılan dil özgüvenden yoksundur. Makamlara olduğu kadar, insanlara saygı özümüzden gelmekte. Dahası bizim edebiyatla uğraşmamız erdemlerin müjdecisi olmaya çalışmamız demektir. Bu bizim yaptıklarımız edep kökünden başlayıp edebiyatla birleşmesinden süzülerek mevki ve makamlara da oturan insanlara saygı ve sevgi olarak döner. “Edebi kimden öğrendin” diye Lokman Hekime sormuşlar, oda “edepsizlerden” demiş. ışte edepsizleri gördükçe ders almanın erdemine varıyorum. Herkes bildiği doğruyu söyler, doğrular kimsenin tekelinde değildir. Karşısındakinin doğrularına tahammülü olmayanlar “her şeyin en doğrusu bende deyip” karşısındakini inkâr etmek, onun ne kadar bağnaz, özgürlüklere, doğrulara, gerçeklere kapalı olmanın göstergesidir. Rengarenk tarihe sırtını dayamış, bu günlere kadar kendinden bahseden bir kentin bir ülkenin mozaik olmuş seslerine sahip çıkmamız lazımken, kafalarının içindeki duvarları yıkıp güzelliklerin bir türlü tadına varamıyorlarsa, o eksiklik kendilerinindir. Başkaları ile kendilerini bir tutmasınlar. Kendimizi yenilemedikçe başkalarının doğruları daima bize acayip gelir. Dünyayı değiştirmek isteyen beyinler kısır döngülerde bocalayıp durmamalıdırlar. Dünyayı kendi hayat tarzlarını göre değil, demokrasinin, insan haklarının gerekleriyle özdeşleştirmelidir. Doğrular yaşamın güzellikleri, yanlışlar insanın anlında kara lekedir… Barış ve mutluluk, sevgi ve hoşgörü, gönüllü birliktelik için her yerde ve her alanda kafaların içindeki duvarlar yıkılmadıkça kendi kendimizi sorgulayıp, doğruyu, güzeli, iyiyi bulmak mümkün olmaz.