İbrahim Halil Okuyan
29 Kasım 2010
Hayır, olarak kullandığımız, dilimize Arapçadan geçmiş olan bu kelimenin aslı “Hayr” olup; herkesin beğendiği, rağbet ettiği şeyler, şeref, meşru iş, faydalı ve sevabı gerektiren amel, iyilik, ibadet ve mal gibi anlamlara gelir
Zıt anlamı ise Şerdir.
Bazen yaşamımızda; Sıkıntılar, sorunlar ve engellerle karşılaşırız. Canımız sıkılır isyan ederiz, stres yaratırız, neden ben diye öfkeleniriz.
Sonuçta; bunları bir şekilde atlatırız, cözeriz ve geçer gider yaşam devam eder.
1989 yılında Devlet Su İşlerinde tayinim çıkınca çok şaşırmıştım,
Öfkelenmiştim,
Şaşırmıştım,
Sebep bulamıştım.
Başımı kuma sokup,
Kendimizi adeta dış ortamlardan tecrit etmiştik.
Harran’a Fırat’ı akıtmanın hayali her şeyin üstündeydi.
Yıllarca Güney Doğu Anadolu Projesi için çalışmıştım (çocuklarımın nasıl büyüdüğünü dahi fark etmemiştim) ama sonunda mükâfatım tayin mi? olacaktı.
Tayinimi çıkaran üstelik hemşerim olan politikacılardı.
Ama kimse yaptığını kabullenmiyordu (!).
Çünkü haklı bir sebepleri yoktu.
Bu gün geriye baktığımda gülüp geçiyorum ve onlara artık kızmıyorum bile.
Acıyorum sadece.
“İnsanlar; Parlayanı karartmaktan, Yükseleni yere serip toza bulamaktan hoşlanırlar.”
Söylemini bu sayede daha iyi anladım.
Mutluluk insanı tatlı yapıyordu.
Başarı ışıltılı…
Zorluklar güçlü…
Yenilgi mütevazı…
Hüzün insanı “İnsan” yapıyordu.
Tanrı’ya asla “Neden ben?” diye sormamak lazımdı…
Her Zaman Bir Neden Vardı…
Ve de Unutmayalım ki:
“Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardı.”
“Bir gün Azrail’e sormuşlar: “İnsanların canını alırken üzüldüğün ve üzülmediğin oldu mu?”
Oda evet üzüldüğümde üzülmediğimde oldu demiş ve anlatmaya başlamış.
Bir gün gelen emir üzerine birinin canını almaya gitmiştim, canını alacağım kişi kunduracıda kundura almak için pazarlık yapıyordu parada anlaştılar ama adam bir çift kunduraya üç yıl garanti istiyordu kendisinin bir saat garantisi yokken, onun canını alırken üzülmedim.
Üzüldüğüm ise; zamanın birinde bir yaşlı nine iki erkek torunuyla bir kıtayı ikiye bölen nehrin kenarına karşıdaki kıtaya geçmek için gelmişlerdi.
Torunlarından birini karşıya geçirmiş ve diğerini de karşıya geçirmek için dönerken bana emir geldi,
Al canını diye,
O zaman üzüldüm ve yaradana dönerek yalvardım,
“Ey büyük ALLAH’ım bu küçük yavruların ninelerinden başka kimi kimsesi yok diğerini de karşıya geçirsin de öyle alayım canını. Ninelerinin yokluğunda birbirlerine destek olurlar”.
ALLAH c.c o an bir ayet indirmiş,
“Her Hayırda bir Şer, Her Şerde bir Hayır vardır ve bunu sizler bilmezsiniz.”
Azrail görevini yapmış iki çocuk ayrı kıtalarda kalmış.
Yıllar sonra iki çocuk büyümüş ve bulundukları kıtaların kralları olmuşlar.
Ne zaman başıma çok güzel bir şey gelse çok sevinmem
Ve ne zaman başıma kötü bir şey gelse fazlada üzülmem.
Çünkü bilirim ki “her şerde bir hayır, her hayırda da bir şer vardır” ama ne olduğunu veya ne olacağını bilmem.
Tıpkı nineleri ölen o çocukların başına gelenin başlangıçta şer ama sonunda hayıra dönüştüğü gibi belki de aynı kıtada kalsalardı taht için birbirlerini öldürecektiler.”
Başka bir hikâyede şöyle:
“Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm sure bir
kral varmış.
Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu,
Birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı.
Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.
İster kendi başına gelsin ister başkasının,
İster iyi olsun ister kotu,
Her olay karsısında hep ayni şeyi söylerdi:
“Bunda da bir hayır var!”
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava cıktılar.
Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor,
Krala veriyor,
Kral da ateş ediyordu.
Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.
Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:
“Bunda da bir hayır var!”
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
“Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?”
Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.
Bir yıl kadar sonra,
Kral insan yiyen kabilelerin yasadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu.
Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklari bağladılar ve koyun meydanına odun yığdılar.
Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki,
Kralın başparmağının olmadığını fark ettiler.
Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu.
Böyle bir insan yedikler takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı.
Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler.
Diğer adamları ise pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde,
Kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral,
Onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu.
Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
“Haklıymışsın!”dedi.
“Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış.
İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun sure zindanda tuttuğum için özür diliyorum.
Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.”
“Hayır” diye karşılık verdi arkadaşı.
“Bunda da bir hayır var.”
“Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral.
“En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.”
“Düşünsene,
Ben zindanda olmasaydım,
Seninle birlikte avda olurdum, değil mi?””
İşte böyle Dostlar, Bilmem anlatabildim mi?
Kıssadan hisse:
Engelleri yollarınızı tıkayan şeyler olarak görmeyin.
Onları size uçmayı öğretecek fırsatlar olarak görün.
Saygılarımla.
İnşaat Yüksek Mühendisi
26.Kasım. 2010 Şanlıurfa