Bülent Okutan
5 Eylül 2009
Yorgundu, gün boyu, inşaası süren gecekondularının artıklarını taşımıştı dere yatağına. Mutfağın ortasında ki birikete yığılır gibi çöktü oturdu. Tezgahın üstündeki piknik tüpüne kenetlendi yeşil gözleri. Yılan ıslığını andıran düzenli bir sesle yanıyordu. Kireç çimento bulaşığı ellerini dizlerine dayayarak doğruldu ve patatesleri koyduğu tenceredeki suyun kaynayıp kaynamadığına baktı. Yeni yeni su kabarcıkları oluşmaya başlamıştı. Tezgahın yan tarafına sallanmış fişi alıp derme çatma prize sokup tavandaki ampulu yaktı.
Allahtan sabah Remzi elektrik sorununu çözmüştüde çerçeveleri naylon kaplı evin içi bu akşam ilk defa aydınlanmıştı. Neredeyse üç aydır karanlıktaydılar. Zor oluyordu saçları gibi zifir koyuluğunda ki gecenin bir vakti uyanan bebelerin altını değiştirmek.
Hele ev tam bitsindi elektrik tesisatı da döşetecekti kocası. Oysa ramazan arifesi çat kapı gittiği görümcesi o kadar iyimser konuşmuyordu. ‘Yıkarlar sizin evi. Kaçak çünkü’ demişti.
Kocasında da bir huzursuzluk vardı ev konusunda. O tedirginliğide hissediyor ama bir anlam veremiyordu. Niye yıkılsın dı ki evleri?
Kime ne yapmışlardı? Merak edip sormuştu da kim yıkacak diye ‘Belediye’demişlerdi. Eeee sokakta mı yatsalardı?
Kocasının sepetli motosikletini yasaklayan o belediyeye karşı, Remzi değilmiydi demokrasimi ne onun aşkına bazılarına karşı durup onlara oy veren. Posteri bile bir ay asılı kalmıştı sepetin üstünde.
Hem Kayınbabası , ev için yeri gösterip ilk çimento ve briket parası yardımını yaparken ‘Korkmayın hiç bir şey olmaz. Bu hükümette, Başkanda fakir fukara, garip gureba babası’ dememişmiydi?
Aslında garip kuşun yıkılacak yuvasını kaynana yapmıştı bu kez. İstememişti işte onları aynı evde. Defalarca şahit olmuştu kayınbabası ile tartışmalarına. Ama yapacak hiç bir şeyi yoktu ki, sonuca katlanacaktı. İstenmiyorlardı artık o çatı altında. Remzi’de zaten o öfkeyle kolları sıvayıp bu işe soyunmuştu.
Kaynamış patateslerin kabuklarını bir yandan soyarken, arada dilimlediği küçük lokmaları ayağında salladığı Sümeyye’nin minik ağzına tıkıştırıyordu.
Saatler gece yarısını gösterirken Remzi’nin motoru tıkalı, Antep’ten satın alma sepetli motosikleti homurdanarak rampayı çıktı ve bir egsoz patlamasının ardından evin önünde duruverdi.
O da ne kucağında küçük bir de televizyon vardı. Gözlerine inanamadı Gülizar. Soyduğu patatesleri yıkamak için süzgece doldururken meraklı gözlerle genç adamını izliyordu. Bir süre sonra çalıştı televizyon, hem de Remzi Urfa kanalını açmıştı.
Sahur için yer sofrasını hazırlarken bir yandan da başlayan kapanış haberlerine kulak kabartıp yan gözle bakıyordu. İlk haber ilin yöneticileri ile ilgiliydi. İşte başkanda oradaydı. İftarlarını bir aş evinde yardıma muhtaçlarla çorba içerek açıyorlardı.
Ah ne olurdu da bir cep telefonları olsaydı da görümcesini arayabilseydi. Ve ona ;
‘Kalk ta televizyonu aç. Gör bakalım. Bunlarmı evimizi başımıza yıkacaklar. Yıkmazlar kızım, onlar fukaraya kıyar mı hiç? Hem de Mübarek Ramazan ayında’diyesi geldi. Ama fakirliğin gözü kör olsundu. Yoktu ki telefonları.
Sabahın ilk ışıkları kireç bulaşmış naylon kaplı pencereden odaya sızarken garip homurtularla uyandı Gülizar. Sağına baktı Remzi çoktan kalkıp gitmişti.
Ürkerek kolu çekip, kapıyı açtı. İki Belediye görevlisi arkalarında canavar gibi dev kepçeler olduğu halde karşısındaydı. İncecik bilekleri ile örtmek istedi kapıyı üstlerine ama gücü yetmedi. Koşup bebelerine sarıldı. Son hatırladığı, gözlerinin karardığı ve karga tulumba evin karşısında ki tepeye taşındığıydı.
Saatler sonra kendine gelir gibi oldu. Bir an nefesi kesildi. Genzine dolan toz topraktan soluk alamıyordu. Kirpikleri bembeyazdı, göz gözü görmüyordu. Çeyizinin en değerli parçası o kullanmaya kıyamadığı kırmızı çiçekli yorgan ise önündeydi. Aşağısı polis ve Belediye görevlisi kaynıyordu. Umutları, evleri,gelecekleri yoğun toz bulutu arasında yerle bir oluyordu.
Hem de Aziz Mübarek bir Ramazan günü.
Gözlerinin önüne gece, o küçük televizyonda izlediği, ilin büyüklerinin garibanlar sofrasında ki görüntüleri geliverdi birden.
Ve devamını getiremediği bir tek kelime döküldü, kurumuş dudaklarından;
‘HANİ!……….’
(*) Bu yazı tüm aylar torbaya girmiş gibi, bir Ramazan günü evleri, dünyaları başına yıkılmış bu insanlara yapılana, tepki göstermeyen, herkese ithafımdır. B.O.
Yasal Uyarı: Yayınlanan haberin tüm hakları URFAHIZMET.COM’a aittir. Kaynak gösterilse dahi haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın