İbrahim Halil Okuyan
1 Aralık 2009
Bayramın ikinci günü saat 14.00 Şanlıurfa Vakfında Bayramlaşma vardı.
Hanımla merdivenleri çıkarken, aşağıdan bir ses! Değerli arkadaşım Halil Besleyici idi bu ,bekledik.
Geldi domuz gribi var ama öpüşelim dedik beraber cıktık ,vakıfta oturduk, sohbet ettik.
Bayramın üçüncü günü sabah bir telefon, değerli arkadaşım Necati Akçal.
Bayram için SMS atmıştım onun için aradı zannettim ama öyle değildi.
Halil Besleyiciyi kaybetmiştik.
Böyle haberler insanı şok ediyor.
Yıllar önce değerli arkadaşım Ömer Özbek’te de böyle olmuştum.
Camide tabutta yatan benim daha dün konuştuğum arkadaşımıydı?.
Boşuna denmemiş ölüm size şah damarınızdan daha yakındır diye.
İyi ki böyle ,insan ölüm zamanını bilse nasıl yaşar ki.
Ölümle yaşam arasında incecik bir yol var.
Cem Yıldız’ın sözleriyle :
” Gecenin en siyahında, Dönülmez yollardayım,Köşeyi dönsem ölüm, Düz gitsem hayat, Gölgeler içindeyim”.
Böyle gölgeler içinde bir şey hayat.
Şu an bile bu yazıyı bitirebileceğimin bir garantisi var mı?…
Tabii ki yok.
Ölümün ne zaman nereden geleceğini asla bilemeyiz.
Günlük gazeteleri okuduğumuzda ya da haberleri izlediğimizde görüyoruz ölüm nerelerden geliyor.
Her gün şehit haberleri, veya bir doğal afet sonucu insanlar ölüyor..
Bunları düşündükten sonra dedim ki, hayat bu kadar kısa.
Bu kadar kısa hayatı dolu dolu yaşamamız gerek aslında…
Yakaladığımız mutlulukların ,sevinçlerin, aşkların , dostlukların, arkadaşlıkların kıymetini bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz dedim kendi kendime…
Çok sade bir şekilde ifade etmek gerekirse, ölüm yaşamın duygusal bildirisidir.
İçinde yaşadığımız evrende en ilginç boyut zaman, en önemli ve kesin deneyim de ölüm olsa gerek.
Yarın hayatımızda nelerin olup olmayacağını bilemeyiz, ama kesin bildiğimiz bir şey varsa o da ölecek olduğumuz gerçeğidir.
Yaşamda bundan daha kesin ve keskin bir bilgi olabilir mi?
Ölümü önemli bir kavram haline getiren bu olsa gerek.
Ölümün bu derece önemli bir deneyim, bir bilgi olduğunun ispatını kültürlerin neler yarattığına bakarak görüyoruz.
Dinler, ölümsüzlük sözü veren sosyal-bilişsel yapılar, sembolik sistemler, dinsel ayinler, dünyaya geri dönme düşleri vb.
Bunların hepsi temel soruya cevap bulmak üzere insanların birbirleriyle etkileşim içerisinde yarattıkları yapılar.
Kısaca bütün bunlar ölümün yaşamın içinde olduğunu ve aslında ona şekil, içerik ve anlam vererek ona hizmet ettiğini göstermektedir.
Ölümün kaçınılması, üzerine düşünülmemesi, üstü örtülmesi gereken bir kavram olmadığı, ölümün yaşama sunduklarının büyüklüğünden anlaşılmaktadır.
Uzun yıllardır yapılan deneysel çalışmaların gösterdiği de o ki, ölümle yüzleştirilen, ölümlü bir varlık oldukları hatırlatılan kişiler çeşitli biçimler de yaşama “yaklaşmaktadırlar”.
Yani ölümü inkâr edercesine yaşama sarılmaktadırlar.
Sonuçta ne kadar sev sekte sevme sekte, bize verilen sahip olduğumuz tek şey hayat.
En gerçeği de şu ki, ölüm.
Hepimiz bir gün öleceğiz, belki hep beraber öleceğiz, belki de şu anda bizimle yaşayan herkes kendi kıyametini yaşayacak.
Önemli olan iyi insan olarak yaşamak ve geride iyi izler bırakmak olmalı.
İyi insanlar için yaşam her zaman zor olmuştur, ölüm ise kolay.
Ölüm kimi zaman bir kurtuluş, kimi zaman huzura giden yol, birçoğumuz için ise korku.
Önemli olan hazırlıksız gitmemek…
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın mısralarıyla:
“Söyle sevda içinde türkümüzü, Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz, Yaşamak bu kadar güzelken?.
İnsan dallarla bulutlarla bir, Aynı mavilikten geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken?”.
Bu düşünceler içinde Değerli arkadaşıma Allah’tan rahmet diliyorum.
Mekânın cennet olsun.
Ailesine ve tüm dostlarına sabır diliyorum.
Saygılarımla.