Nejat Karagöz
13 Şubat 2020
Her şey 1763’te buharlı makinenin icadıyla başladı.
Artan toplamsal ihtiyaçların tarım ekonomisiyle karşılanması giderek zorlaşmış, bu sebeple de bilim, yeni arayışlar içerisine düşmüştü.
Buharlı makinenin önce gemilerde, lokomotiflerde ve giderek sanayide kullanımı yayıldıkça, tarıma dayalı ekonomiler giderek sanayiye kaymaya başladı. Bu da kentleşmeyi/kırsaldan kente göçü hızlandırdı.
Toplum ihtiyaçlarının büyük bir bölümü artık bu şehirlerdeki fabrikalardan karşılanır oldu.
Ülkemiz de Cumhuriyetten önce zevahiri kurtarmaya yetmeyecek kadar bile olsa da 1-1,5 asır sonra nasiplenmeye başlamıştı bu dönüşümden. Nitekim matbaayla da iki buçuk asır sonra tanışabilmiştik…
Cumhuriyetle birlikte, iliğine kadar sömürülmüş, tüketilmiş; savaşlarla bitkin ve harap edilmiş bu memlekette zamanın şartlarını zorlayan sanayileşme atılımları yapılmıştı.
Ama…
Bu böyle sürüp gitmeyecekti elbet!
Cumhuriyet ile her zaman bir hesabı olmuş, cumhuriyet fikri ile kavgalı, devrimlerle ve onun yarattığı toplumsal modelle savaş halindeki güruh, işbaşına geldiği her dönemde, hem cumhuriyetle ve hem de onun inşa ve ihya ettiği zenginlikle dalaşmaktan geri durmamıştır.
İşte, geldiğimiz 21 yüzyılın ilk çeyreğinde bile bizi yöneten kafalar, bu arkaik düşüncelerin iğvasının ve ortaçağın loşluğunun verdiği sekeratın da etkisiyle bu savaşı daha da kızıştırmışlardır.
Ömrümüzün son 15 yılı, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte toplum hayatına girmeye başlayan, kurtuluş savaşından yerle bir halde çıkmış bu memleketi düze hatta muasır medeniyetler düzeyine, yükseğe çıkarmayı hedefleyen ve bin bir meşakkatle var edilebilmiş o eşsiz eserlerin yağmalanmasıyla geçip gitmiştir…
Bu, aslında yeni ve çağdaş ekonomi modeli diye tanıtılıp, milli ekonominin içinin boşaltılması ameliyesinden başka bir şey değildi; hakkını vermek gerekirse Türkiye’deki ömrü de 15 yıldan biraz fazladır.
Yok pahasına, adeta talan edilir gibi elden çıkarılan bu eşsiz eserlerin yeniden ihyası ve inşası topyekûn bir milli ekonomi seferberliğine ihtiyaç duyulacak büyük ve ciddi bir hamle gerektirmektedir. Ama artık bu millette o azim, cesaret, kararlılık ve duruştan eser kaldı ise…
Bu ulu ve göz alıcı cumhuriyet eserlerini talan eden zihniyet, bunların yerine ne koydu dersiniz?
İçerisinde yuvarlanılacak millet bahçeleri, Kitap okuma alışkanlığı yüzde beşi bile bulmayan bir topluluğun kitap okuması için kıraathaneler…
Evet, milyonlarca gencin işsiz-güçsüz, aç-avare dolaştığı memlekete kıraathane…
Çocuklarım aç diye kendini yakıp intihar edenlerin memleketine bahçe…
Çöplüklerin ve Pazar yeri kalıntılarının hala bir kısım insanın geçim kapısı olan memlekete cansız hayvanat parkı…
Kişi başına gayrisafi milli hasılanın 12 bin Dolar (!) olduğu söylenen memlekette varlık kuyruğunda 9 TL’ye patlıcan…
Tarımsal üretimi kendine yeten az sayıdaki ülkeden, hububatın, bakliyatın, etin hatta samanın bile ithal edildiği, analarımızın evde ürettiği nişastanın bile Amerika’dan getirildiği bir ülke yaratanlar, kendilerini yerli ve milli diye pazarlıyorlar, iyi mi?
Sevgili okurlarım,
Son on beş senede şiddete, cinayete kurban giden kadınların, kuran kurslarında ırzına geçilen çocukların, sonu intiharlara varan hak ve hukuk mağduriyetlerinin sayısına hiç girmeyelim isterseniz
Hatta isterseniz, son on beş senede milletin alın terinin ne kadarının yandaşa peşkeş çekildiğine, belediyeler eliyle devleştirilen vakıflara- ki siz buna aile şirketleri de diyebilirsiniz- de hiç girmeyelim…
Eğitimin, sağlığın, milli güvenliğin, ordunun, yargının içerisine düşürüldüğü acıklı hali eşelemeyelim.
Suçsuz yere, sırf birilerinin iktidarı uğruna girişilen vekâlet savaşlarında kanı dökülen fidanlarımızın acısını, onları doğurup büyüten ana-babalara bırakalım, Sayıları beş Milyonu bulan ve bizi, ekmeğimizi, emeğimizi, ekonomimizi, insanımızı, insanlığımızı tüketen bu dev mülteci ordusunun memlekete verdiği tahribatı görmezden gelelim,
Rüşvet paralarıyla oluşturulan fosseptik havuzundan beslenen medyaya bakıp, onlarla birlikte memleketin ne kadar pembe, güllük-gülistanlık göründüğüne övgüler dizelim isterseniz.
Ne isterseniz,
Nasıl isterseniz öyle olsun ama bu gidişatın bir orman yangını gibi yaş-kuru demeden bütün her yeri yakacağını, bitirip tüketeceğini lütfen unutmayalım.
Durumu şair şu dizelerle özetlemiş; hem de yıllar önce:
Yangın evinde satranç, üst katında ziyafet…