Konuk Yazar
13 Ağustos 2018
Uzm.Dr.Hülya Turgut
Ekonomik krizler, insanların geleceğe yönelik endişelerini artırmaktadır. İnsan geleceğini garantiye almak ister ve geleceğini tehdit eden her olaya karşı endişe ile bakar. Maslow’un İhtiyaçlar Teorisi’nde de belirtildiği gibi; İnsan, fizyolojik gereksinimlerini bile karşılayamayacağı endişesinden dolayı diğer gereksinimleri ile ilgilenmeyecektir. Bunların karşılanamayacağını ve engellendiğini hisseden kişi hem kendisini hem de çevresini yıpratabilecek duygu durumları yaşayabilir. Bunların en sık rastlanan iki tanesi: 1) öfke ve öfkenin tepkisi olan saldırganlık davranışları 2) umutsuzluk ve motivasyon eksikliği duygusuna bağlı gelişebilecek depresif süreçtir.
Yani; yaşamını ve ihtiyaçlarını tehdit altında hisseden insan kendini geliştirmek için çaba gösteremeyecektir.
Maddi kaygıların yarattığı sorunlar elbette insan yaşamının diğer boyutlarını da etkileyeceklerdir. Örneğin; bireyler risk almaktan kaçınacaktır. Kendini garantide hissetmediği için parasını harcamayacaktır. Elbette ki böyle dönemlerde aşırı tüketim toplumu olmaktan nasıl çıkılabileceğini planlamak gerekmektedir. Ancak bu hiç harcama yapmamak anlamına gelmemelidir. Ekonominin devamı için çalışmak, kazanmak ve harcamak şartı vardır. Aksi halde bu da ekonomiyi daha da çıkmaza sürükleyebilir.
İnsan sahip olmayı isteyen bir varlıktır. Tüketim de insanın sahip olma ihtiyacını destekleyen bir olaydır. Sahip olamamak ve ihtiyaçlarının dışında bir şey alamamak da insanın ruhsal dengesini bozacak, ayrıca baş ağrısı, mide ağrısı, bulantı, gerginliğe bağlı vücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar gibi psikolojik kaynaklı fiziksel şikayetler de ortaya çıkabilecektir.
Beklentilerin karşılanamayacak düzeye gelmesi kişileri birbirinden uzaklaştırır. Pek çok insan kendini sosyal yaşamdan izole edebilir. Geçmişteki maddi olanaklarını kaybeden insan kendisini diğer insanlardan uzaklaştırabildiği gibi, diğer insanlar tarafından da terk edilebilir.
Ekonomik kriz gibi bir sürecin yarattığı sonuçlardan biri de elbette ki iş stresidir. Çünkü kriz çalışanları işsiz kalma korkusu ve kaygısıyla baş başa bırakır. Belirsizlik süreğen bir kaygı kaynağı olarak işlev görür. İşsiz kalanlar, işsizliğin yarattığı kayıplardan kaynaklı sorunlar ile başa çıkarken geleceğe ilişkin olumlu beklentilerini yitirerek depresyona girebilirler. İşini sürdürebilenleri ise bu kez aşırı çalışma bekleyecektir.
Anne babalar ekonomik kriz sürecine bağlı olarak yaşanabilecek sıkıntıları çoğu zaman hatalı olarak çocuklarına hiç yansıtmamayı, yaşadıkları sıkıntıları çocuklarına “yokmuş” gibi aksettirmeyi tercih etmektedirler.
Oysaki çocuklar anlamıyor göründüklerinde bile yaşanmakta olan gerginliği hissedeceklerdir. Kriz dönemlerinde eşlerin ilişkileri de tehdit altındadır. Geçim sıkıntısı, iş kaybı ya da yetersiz gelirden kaynaklanan güvensizliğin yarattığı tepkiler eşler arasındaki iletişimi zedeleyebilir. Bazı aileler bu durumdan diğerlerine göre daha çok etkilenirler. Aile bireyleri olarak bunların açık açık konuşulması çok önem taşır. Anne babanın bu süreç için çocuklarının yaşına göre uygun lisanda bu gergin dönemi açıklamaları ve anlayışlı olma kavramlarını öğretmeleri durumu kolaylaştıracaktır.
Tüm mücadeleye rağmen kişi de; içine kapanık olma, iştah azalması/artması, uyku düzeni bozuklukları, somatik rahatsızlıklar (fiziksel sebebi olmadık baş/boyun ağrıları, mide/bağırsak rahatsızlıkları vs.) yaşaması vb. halinde ise bir psikiyatri uzmanından yardım alınması gerekmektedir.
Ekonomik krizlerde oluşan panik havasının bireyleri ve ülkeleri yanlışlar yapmaya, krizin etkisinin artmasına neden olduğu bir gerçektir. Önemli olan minumum zararla bu süreci atlatabilmektir.
Kendini kontrol edebilen, geleceğe ilişkin umutları koruyabilen ve beklentilerini biçimlendirebilenler krizle mücadelede güçlü olanlardır.