İbrahim Halil Okuyan
15 Ocak 2007
Okulların önünde simit, tulumba tatlısı, lolaz-ekmek satan insanları “hijyen şartlarına uymuyorlar” diye uzaklaştırmağa çalışırdık. Bütün Türkiye’de çocuklarımızın bu tür yiyeceklerle zehirlenmesini, hastalık kapmasını önlemek, okul idarelerinin ve velilerin önemli görevleri arasında idi. Nesiller değiştikçe okul önlerindeki ve okul çevrelerindeki satıcılar ve alıcılar da meğer ne kadar değişmiş… Sattıklarının hijyenik olmaması ihtimalinden korktuğumuz o satıcıların yerine meğer ne mel’unlar gelmiş. Çocuklarımız nasıl da zehirleniyorlarmış… Okul ıdarelerinin, Emniyet Teşkilâtının ve velilerinin şimdiki ve aslına bakılırsa uzun yıllardan beri-korkusu artık bozuk gıdalar değil. Onlar bugün artık çok masûm kaldı. şimdi Millet esrar’dan, eroinden, ekstasiden, tinerden, baliden bilmem neden zehirden, insanın aklını başından alan uyuşturucudan korkuyor. Korkulmaz mı? Nesiller ne hale gelmiş de hâlâ içimizde bu kadarını tahmin edemiyenler var. Çocuğunun okulda eğitim almakla meşgul olduğunu sananlar var. Meğer nasıl bir girdapta dönüyormuşuz da haberimiz yok… Bir Televizyon kanalımız Ankara’nın en meşhur Kolejlerinden birinin tuvaletlerinde cereyan eden uyuşturucu muhabbetini(!) daha doğrusu insanın kanını donduran rezaletin nasıl yaşandığını gösterdi. şüphesiz bu yalnız o okulda olan, yalnız oraya mahsus bir tablo değil. Türkiye’yi saran rezaletin sadece bir parçası. O öğrencilerin haline acımamak, durumlarından iğrenmemek kabil mi? Hamd’edelim ki, bu tablodan hazzetmeyen, rezaleti çok yadırgayan aklı başında kalmış öğrenciler de var Ülkemizde. Zaten onlar da olmasa ne hale geliriz? ınsan düşünmek bile istemiyor. Bunlardan bir Liseli genç olanları ayıplıyor ve gelinen noktanın boşuna olmadığını da işaretle ÖSS bunalımlarının bunda rolü olduğunu vurguluyor. Tabii bu işin sadece bir yönü. Dert o kadar büyük ve yaygın ki; düzelmesi, rayına oturması için hemen ele alınırsa belki birkaç 10 yıl gerekecek. Sonuç da yine yeni bir tabirle: Ucu açık. Zira, Milli Eğitimimizi öyle bir tar-u mar ettik ki, düzelttmeğe, yoluna koymaya bu işin sevdalıları, gönüllü cengâverleri lâzım. Öyle gününü gün edip geçip giden eğitimcilerle olacak iş değil artık. Mesele o kadar karmaşık, o kadar derin ve çok boyutlu. Çözmek için mücahitler gerekiyor. Biz yolunda, düzeninde giden bir sistemimizi bozduk, alt-üst ettik. Anlaşılan şu dönemde de o dürüst yürüyen yıllara dönmeğe de niyetimiz yok. Zira yüzümüzü “Batı”ya çevirmişiz. Ona da eyvallah. Peki, niye onların iyi yanlarını almıyor, niye uygulamıyoruz. Bugün Batı Ülkelerinde başarılı olmuş eğitim sistemleri yok mu? Vardır mutlaka. Öyleyse niye alıp uygulamıyoruz? Bu başıboşluk, averelik ne zamana kadar sürecek? Gelecek nesilleri ve dolayısıyla kendimizi kurtaracak uygulamalara kavuşmak için daha kaç yıl, kaç asır beklememiz lâzım?…