Ali H. Demir
4 Mart 2008
Eğitim faaliyetleri insana, topluma yönelik faaliyetler olarak tanımlanmaktadır. Bu faaliyetler kendiliğinden toplumsal hayatın içinde oluşan, gelişen, kendi yolunu bulup doğal akışı içinde hareket eden faaliyetler değildir. Topluma hizmet etme amacı güden kurumsal yapılar yani devlet bu faaliyetleri şekillendirmeyi, düzenlemeyi, organize etmeyi, denetlemeyi her zaman istemiştir. Aslında bu yargı içinde bulunduğumuz dönemde yaşananlara bakarak söylemek doğru gibi görünebilir. Ancak toplumsal yaşamın tarihsel bir süreç içinde ele alınması halinde eğitimin çok eski dönemlerden beri devletlerin ilgi alanının merkezinde yer aldığını söylemek imkansızdır. Eğitim önceleri günlük hayat gailesi çekmeyen kişilerin zamanlarını iyi geçirme düşüncesiyle bireysel hobiler olarak giriştikleri kişisel çabalar şeklinde algılanmış. Herkesin günlük yaşayışında ihtiyaç duyduğu, peşinde koştuğu birincil ihtiyaçlardan hemen sonra aklına getirdiği uğraşlar arasında çoğu insan için eğitim sıralamada bile yer almıyormuş.
Toplumsal hayat geliştikçe önceleri yönetim kadrosundakiler okur-yazar, hesap kitap bilir kişilere ihtiyaç duymuş. Zira toplumsal hayatın içinde insanlar arası ilişkileri belli kurallar çerçevesinde yürütmek, hakimiyetini güçlü bir hale getirmek, zenginliğine zenginlik katmak gibi bir takım istek, arzu ve ihtirasların da kamçılamasıyla temel düzeyde de olsa okur-yazar, hesap kitap bilir insanlara gereksinim duyulmuş. Okur yazarlığı aslında sadece yönetici konumundaki kişilerle başlatmak, onlara dayandırmak tek yönlü bir bakış açısı olabilir ve bu da eksik bir bakış açısıdır. Çok eski dönemlerden itibaren var olan dinlerin de okur yazar, hesap kitap bilir insanların oluşmasına, çoğalmasına katkı sağladığını söylemek mümkündür. Geçmişten bu güne gelen insanlığın kazanımlarını topluca medeniyet diye niteleyenler bu kazanımların edinilmesinde bir çok unsur arasında dini de ön sıralarda saymaktadırlar. Dinlerin etkisi, yönetim mekanizmalarında bulunan kişilerin hakimiyetlerini sürdürme düşüncesiyle yavaş yavaş yaygınlaşan basit düzeydeki eğitim faaliyetleri toplumdaki maddi yönden zengin olan kesimlerin kendileri ve çocukları için de güzel bir zaman geçirme aracı haline gelmiş ve gittikçe toplum katmanları arasında yaygınlaşmaya başlamış. Devletin etki alanı genişledikçe eğitilmiş insana olan ihtiyaç da artmış bunun sonucunda bu hizmetlerin karşılanmasında kullanılacak kişileri yetiştiren okullar açılmaya başlanmış. Aynı şekilde dinlerin yaygınlaşmasıyla da dinin yayılmasını kendine uğraş alanı seçen kişiler de yine eğitilmiş insan yetiştirme düşüncesiyle okullar açmış, kurumlar oluşturmuş. ınsandaki öğrenme ve merak duygusunun güçlü etkisiyle araştırma, sorgulama, geleceğe eser bırakma gibi insani güdüler, düşünceyi var olmanın olmazsa olmaz bir gereği olarak gören filozofların varlığı, farklı düşünce ekollerine sahip olanların giriştikleri fikir tartışmaları eğitime olan talebi zamanla daha da arttırmıştır. Gelişen teknolojiyle birlikte eğitim imkanları da zamanla kolaylaşmış artık eğitime ulaşmak için yürünen yol, girişilen mücadele daha da kolaylaşmıştır. Özellikle matbaanın icadı bu konuda hatırlanması gereken önemli kilometre taşlarından birisidir. Bütün bu etkenlere rağmen eğitimin toplumun büyük kesimleri için temel bir ihtiyaç haline gelmesi ancak 18. yüzyıllarda olmuştur. Eğitimin kitlesel bir düzeyde yaygınlık kazanması özellikle sanayi inkılabı sonrasında batıda, Avrupa’da görülmüştür denebilir. Makinenin icadı, makinelerin üretimde kullanılmasının öğrenilmesi, fabrikaların kurulması, karmaşık iş ortamlarının doğmasına yol açmıştır. Makineleşme, fabrikaların yaygınlaşması eğitimli insan gücüne olan ihtiyacı daha da arttırınca eğitim toplumsal yaşamda önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu andan itibaren de devletin önemli görevleri arasında eğitim de katılmıştır. Ardından eğitime siyasal, sosyal, kültürel işlevler de yüklenmeye başlanmış ve merkezi bir anlayış tarafından kontrol edilmesi gereken toplumsal yaşamın sürekliliğini sağlamada hayati bir araç haline dönüşmüştür.
Eğitimin geçirdiği tarihi süreç toplumdan topluma farklılıklar göstermiştir. Tüm toplumların geçirdiği süreci bir yazı çerçevesinde ele almak imkansızdır. Ancak genel anlamda bakıldığında ülkemizi doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen toplumsal tarihi süreci bu şekilde özetlemek mümkündür.