Ali H. Demir
17 Temmuz 2007
Eğitim faaliyeti kamu hizmeti olarak kamu kurumu niteliği taşıyan okullar aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Kamu hizmeti tanımı gereği kamu kurumlarının bizzat kendileri veya kamu kurumlarının denetimindeki özel sektör kuruluşları tarafından da yürütülebilir. Eğitim hizmeti de bu nedenle hem resmi kamu kurumları hem de özel sektör tarafından kurulan, işletilen, yönetilen, yaşatılan okullarda yapılıyor.
Hem resmi hem de özel sektör tarafından yürütülen eğitim hizmetlerinde bir çok sorunların yaşandığı inkar edilmez bir gerçek. Bu yazıda daha çok resmi kamu kurumları olan devlete ait okullarda yapılan eğitim faaliyetlerinin yürütülmesinde yaşanan sorunlardan söz edilecektir.
Önceki yazılarda eğitim kavramının geniş içeriğinden, ilgili olduğu alanların çokluğundan, etkisi altında kaldığı çevrelerin çeşitliliğinden genel olarak sürekli söz edilmeye çalışıldı.
Makro ve mikro düzeyde olsun eğitimle ilgili sorunlar toplumda herkesi ilgilendirir. Herkesi ilgilendiren sorunlara yönelik olarak herkesin çözüme dair görüşleri de mutlaka vardır. Aslında toplumda herkesin ortak fikir sahibi olduğu sorunlara yönelik ortak bir çözüm yolunun geliştirilememesi de ayrı bir tartışma konusu.
Okullar öğrencileri/çocukları alır. Sekiz yıl ilköğretimi bitiren birinin profesyonel anlamda bir meslek sahibi olabilmesi, toplumda herkes tarafından kabul edilen kamuya açık bir mesleği icra edebilmesi mümkün değil. Örgün eğitime dayalı bir mesleği icra edebilmesi mümkün değil. Esnaflık, çiftçilik, ticaret gibi faaliyetleri yapmak için ayrıca özel bir örgün eğitim almaya gerek yok. Ancak bu alana yönelik işleri yapabilmek için bir takım ön şartlara ihtiyaç var. Ortaöğretimi bitirmek de bu tür bir mesleğe sahip olmada yeterli değil. Fabrikalarda ara eleman olarak veya hizmet sektöründe bazı alanlarda çalışmak için bazı alanlar yeterli olmakla birlikte orta öğretim bireylere prestijli bir mesleğin kapılarını açmada yeterli gelmiyor. ılköğretim mezunu için geçerli olan esnaflık, çiftçilik, ticaret türü faaliyetler orta öğretim mezunları için de geçerli. Ancak yine gerekli olan ön şartlar bu gurup için de aynen devam ediyor.
Toplumda her yerde geçerli olan bir meslek sahibi olmanın anahtarı yükseköğretimden geçiyor. Toplumda her yerde geçerli olan meslekler sahiplerine iyi bir yaşam standardı, iyi bir statü, iyi bir sosyal çevre ve pek çok imkan sağlıyor. Bu nedenle toplumda hemen herkes yükseköğrenime yöneliyor. Toplumun eğitim seviyesi yükseldikçe, aranan niteliklere sahip insan bulmak kolaylaşıyor. Dolayısıyla aynı işi yapabilecek insan sayısı çoğalınca ihtiyaç duyulan iş gücünü bulma imkanı da kolaylaşıyor. Ekonomik bir gerçeklik olan arz talep dengesi bu alanda da devreye giriyor. ış alanları da yeterli değilse, iş gücü ucuzlamaya, iş sahibi olma imkanı daha da zorlaşmaya başlıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uzun savaşlardan çıkmış toplumda doğal olarak eğitim seviyesi çok düşüktü. Bu nedenle okur yazar olmak bir takım meslekleri yapmada yeterli şart olarak kabul edilmekteydi. Eğitim yaygınlaştıkça, toplumun eğitim seviyesi yükseldikçe aranan şartlar, istenen nitelikler de zamanla değişti, gelişti. Önceleri ilkokul mezunları, sonraları ortaöğretim ve yükseköğretim derken bu gün yüksek öğretimi bitirmiş olmak dahi yeterli bir nitelik olmaktan çıkmış durumda. Artık bitirilen yükseköğretim kurumunun niteliği, kurumların bireylere kazandırdığı niteliklerin çeşitliliği, kalitesi, dünya üzerinde geçerlilik gibi çok daha üst düzeylerde nitelikler aranır hale geldi. Nitelikler yükseldikçe istenen niteliklere sahip birey sayısı çoğaldıkça bunların arasından seçme yapma imkanı da güçleşmiş bulunuyor. Bu durum herkesi bir şekilde en uygunu, en iyiyi, ihtiyacı karşılamaya en elverişli olanı aramaya sevk ediyor.
Bireyler iyi bir yaşam standardına sahip olabilmek için iyi bir eğitim almanın, iyi bir yüksek öğretime gitmenin zorunlu olduğunu gördükleri için üniversite kapılarının önüne yığılıyorlar. Herkes üniversiteye gitmek isteyince sınırlı kontenjana sahip olan üniversiteler de zorunlu olarak bir eleme yapmak zorunda kalıyor. Üniversiteye giriş sınavı bu zorunluluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Üniversite sınavına daha iyi hazırlanmak isteyen kişiler bu sınavda gerekli olan alt yapıya sahip olmak için iyi bir ortaöğretim görmenin gerekliliğini de gördükleri için bu kez üniversiteye giriş yolunda önemli bir kilometre taşı niteliği taşıyan ortaöğretim kurumlarına yükleniyor. Herkesin haklı olarak iyi bir okulda orta öğretime yönelik eğitim görmeyi talep etmesi kontenjanın yetersiz olması nedeniyle bu kurumlara girmede de bir eleme yapılmasını zorunlu hale getiriyor.
Tüm sınavları kaldırıp herkese istediği okulda okuma hakkının verilebilmesi mevcut şartlarda mümkün görünmüyor. Zira belli özelliğe sahip okullara talep çok fazla. Tüm talep edenleri okula alabilmek mümkün değil. Yeterli fiziki ortamın olmadığı bir yerde zorunlu olarak bir takım seçme sistemleri konulmak zorunda. Hem ortaöğretim düzeyinde hem de yükseköğretim düzeyinde mevcut okulların sayısını arttırmak da bir çözüm değil. Zira nitelikli okullara sahip olmak sadece dört duvar ve tabela ile olacak bir şey değil. Gerekli alt yapının mutlaka hazır hale getirilmesi gerekiyor. Bu ise ek kaynakları gerektiriyor.
ıyi bir meslek sahibi olmanın anahtarı yüksek öğrenimden geçiyor dedik. Ancak içinde bulunduğumuz şu günlerde üniversiteyi bitirmek de bir çözüm olmuyor. Herkesin üniversiteyi bitirdiği bir ortamda üniversite mezunu enflasyonu ile karşı karşıyayız. Üniversitelerin mezun ettikleri öğrencilerin istihdam edileceği ekonomik hayatın de talebi karşılayabilecek durumda olması gerekiyor. Ülkemizde özel sektörün yeterince gelişmemiş olması nedeniyle üniversiteyi bitirenler devlete ait kurumları iş kapısı olarak görüyor. Üniversite önlerinde görülen yığılmaların benzerleri bu kez devlete ait kamu kurumlarının kapılarında görülüyor. OKS ve ÖSS benzeri sınavlar bu kez KPSS olarak karşımıza çıkıyor. Toplumumuzu oluşturan bireyler eğitim yaşamları boyunca ve eğitim yaşamlarının sonrasında sınavdan sınava koşuşturuyorlar.
Bu problemlerin önüne geçmek için herkes kendince çözümler üretmeye çalışıyor. Ancak toplumsal bir dönüşüm olmaksızın bu sorunların çözümünün bulunabilmesi mümkün görünmüyor. Bu toplumsal dönüşüm için başta eğitim sisteminde olmak üzere ekonomik hayata yönelik, sosyal hayata yönelik hatta siyasal yapıya yönelik köklü dönüşümlerin, düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Ancak bu dönüşüm ve düzenlemelerin sadece siyasi bir iradeyle yapılmasını beklememek gerekiyor. Yaşanan sorunlarda genel yönetim kadar toplumu oluşturan tek tek bireylerin, gurupların da büyük payı var. Bu nedenle herkes üzerine düşeni yapmalıdır ki bu toplumsal sorun çözüme kavuşsun. Öncelikle etkin bir yönlendirmeye dayalı etkin bir eğitim sisteminin kurulması gerekiyor. Daha sonra toplumsal yaşamda her tür ekonomik faaliyet devletin gözetim ve denetimi altında yapılır hale getirilmelidir. Belirli eğitim alt yapısına sahip olmayan kişilerin kontrolsüz, istedikleri gibi iş yapabilmelerinin önüne geçilmelidir. Özel sektörün iş sahasını geliştirmesi yönünde yatırımlar yapması gerekir. şanlıurfa iline bakıldığında ekonomik girdiler itibariyle büyük imkanlara sahip olan ilde halen çelimsiz bir özel sektörün olmasına karşın gayrimenkul alanında ıstanbul gibi büyük şehirlerle yarışılması, iş alanlarına yönelik yatırımlar yerine kişisel zenginliği artıran alanlarda yatırım yapılması, güçlerin birleştirilerek büyük yatırımlara girişilememesi ekonomik bir handikap olarak karşımızda duruyor.
Bu durum ekonomik istihdam alanlarının gelişmesinin önünde büyük bir engeldir. Ekonomik alandaki bu durum mutlaka değiştirilmelidir. Sosyal alana yönelik olarak kapalı toplum yapısının ortadan kaldırılması için mutlaka özel bir çaba gösterilmelidir.
Toplumun eğitimi anlamında kuralların toplum yaşamında etkin bir şekilde hissettirilebilmesi için de siyasal ve yönetsel alanda da önlemlerin mutlaka alınması gerekiyor. Bu genel çerçeveye yönelik etkin bir çalışma yapılmaksızın kim olursa olsun eğitim alanında yaşanan sorunlara çözüm bulacağını beklemek hayalden öte gitmez. Selam ve saygılar.