Ali H. Demir
10 Şubat 2010
Eğitim bilimleri alanında, eğitime dair teorik çalışmalar alanında Türkiye’nin mevcut durumuna bakıldığında çalışma yapanların hareket noksanın genelde yabancı kaynaklar olduğu görülmektedir. Yurt dışında farklı kültürel ortamlar dikkate alınarak ortaya konulan düşünceler, teoriler, uygulamalar, açıklama ve değerlendirmeler büyük oranda olduğu gibi aktarılmaktadır. Bu durum bilimsel çalışmaların birbirini etkilemesi açısından doğru olabilir. Bir alanda ortaya konulmuş olan teorik bilgilerin, düşüncelerin, sistemlerin, metot ve tekniklerin neler olduğunun takip edilmesi doğaldır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden birisi kültürel mirasın, düşüncelerin, duyguların birbirine geliştirilerek aktarılmasıdır. Ancak yapılmış olan çalışmalar her toplumda var olan toplumsal, kurumsal, kültürel yapının özelliklerini büyük oranda taşımaktadır. Dolayısıyla hangi alan olursa olsun geliştirilmiş tekniklerin, uygulamaların, çalışmaların aynen bir başka toplumsal, kurumsal ve kültürel yapıya aktarılabilmesi mümkün değildir.
Özellikle sosyal bilimlere yönelik çalışmalarda bu durum büyük önem taşımaktadır. Fen bilimleri, sağlık bilimleri gibi tamamen teknik düzeydeki bir takım uygulamalar için söz konusu olmayan bir çok unsur sosyal bilimler için söz konusu olmaktadır. Bu yönüyle Türkiye’deki eğitim bilimleri, eğitim alanındaki çalışmalara bakıldığında önemli sorunların olduğu söylenebilir. Eğitim bilimcilerimiz kendi özgün uygulamalarını ne yazık ki yeterince geliştirememişlerdir. Bilimsel alana yönelik çalışmalar daha çok üniversite düzeyinde yapılabilmektedir. Bu nedenle özellikle üniversitede yapılan çalışmalar üzerinde bu yönüyle durulması gerekmektedir. Üniversite dışı kaynaklar, makamlar, birimler daha çok uygulamaya yönelik çalışmaları yürütürken üniversite teorik uygulamalara daha fazla yer verme imkanına sahiptir. Aslında bilimsel çalışmalara yönelik alana bakıldığında teorik ve uygulama alanlarının birbiri içine girdiği görüldüğü halde Türkiye’de teori ile uygulama arasında önemli mesafelerin olduğu söylenebilir. Üniversitenin uygulamaya yönelik gözlem, değerlendirme, inceleme çalışmalarını daha yoğun bir şekilde yapması, yakından izlemesi gerekirken bu durumun ülkemizde çok alt düzeylerde olduğu görülmektedir. Üniversiteler ve uygulama kurumları arasında bir yabancılaşma, uzaklaşma, iletişim eksikliğinden söz edilebilir. Üniversite ortamında çalışmalar yapan, akademik basamaklarda yükselmek isteyen kişiler uygulamaya yönelik geliştirilmiş bir takım anket, form ve veri toplama araçlarını kullanarak uygulamacı kurumlardan, bu kurumlarda çalışanlardan veriler toplamakta, topladığı verileri bilimsel bir takım analizlerden geçirerek bunu raporlaştırıp araştırmasını yapmakta, kendince öneriler, değerlendirmeler yapmaktadır. Bu çalışma sonuçları ilgili kişinin yükselmesinde bir araç olarak kullanılmadan ileri geçememektedir.
Üniversitede çalışanlar uygulamaya bu şekilde uzak kalınca uygulamacılar da aynı şekilde üniversiteye uzak durmaktadır. Yapılan araştırmaların kütüphane sınırlarını aşıp topluma yayılamaması, uygulamacıların yapılmış araştırmalara bakmayı gereksiz görmeleri, toplumun gündelik hayatında gündelik bilgi ile işlerini yürütebiliyor olması üniversite düzeyinde yapılan teorik çalışmaların, bilgi üretme çalışmalarının güçsüz kalmasının bir başka sebebi olarak ileri sürülebilir. Gerçekten içinde bulunduğumuz toplum okuma, araştırma, kendini geliştirme, fikir üretme, tartışma gibi zihinsel faaliyetlere yeterince ilgi göstermemektedir. Bu ilgisizlik üniversite ile günlük yaşam arasındaki mesafenin artmasına da yol açmaktadır.
Üniversitede görev alanların uygulamaya yabancı kalmaları uygulama ile teorik çalışmalar arasındaki mesafeyi daha da büyütmektedir. Sadece kitap okuyarak, araştırma okuyarak, yazılmış eserleri okuyarak, bilimsel bir takım analizler yapılarak bilimsel çalışma yapmak çalışma yapanların uygulamadan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Lisans eğitimini bitirir bitirmez araştırma görevlisi olarak üniversiteye giren, eğitim kurumlarındaki uygulamalara yönelik etkin bir bilimsel çalışma yapabilmesini beklemek çok da doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Üniversitelerimizde öyle kişiler vardır ki hayatında okuma yazma sistemine ilişkin bir tecrübe yaşamadığı halde okuma yazma öğretim kitapları yazmışlardır. Öyleleri vardır ki birleştirilmiş sınıf uygulamasını bilmeden birleştirilmiş sınıf uygulamasına yönelik kitaplar yazmıştır. Eğitim yönetimi, denetimi, sınıf yönetimi, okul çevre ilişkileri üzerinde yazılmış eserlerin büyük çoğunluğu Amerika, Avrupa üniversitelerinde yapılmış araştırmalara, yazılmış kitaplara dayanmaktadır. Çağdaş yönetim anlayışı olarak ortaya atılan bir çok teori okullarımızdaki uygulamalar dikkate alınmaksızın kitaplara yazılmaktadır. İşin ilginci eğitim sistemimize tamamen yabancı bu tür teorilerin eğitim sistemini yürütme, yönetme, değerlendirme görev ve sorumluluğunu üzerine almış olan bakanlık tarafından doğrudan sisteme aktarılmaya çalışılması, okullarda çağdaş yönetim uygulaması olarak kitaplarda yazılmış olan bu düşüncelerin okullarda uygulanmasını istemeleridir. Mevzuat düzenlemeleri yapılırken üniversitelerin geliştirdiği bu bilgi yığınına atıfta bulunmaları, uygulamada bu tür teorilerin gerektirdiği işlevlerin yürütülmesini istemeleri okullarda çalışanların sisteme olan inançlarını zayıflatmaktadır. Kurumları yönetenlerin bilime olan inançlarını zayıflatma yanında moral bozukluğu, yabancılaşma, tükenmişlik duyguları ile dolmalarına da yol açılabilmektedir. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse ortalama bir eğitim yönetimi kitabına bakıldığında yöneticiden beklenen bir çok sorumluluğun yabancı okullar, eğitim sistemleri için geçerli olabilirken Türk Eğitim Sistemine uymadığı, Türk Eğitim Sisteminin yönetim anlayışı ile, yönetimin düzenleniş biçimi ile taban tabana zıtlıklar gösterdiği görülmektedir. Okula dayalı yönetim anlayışının hakim olduğu ülkelerde okulun yönetimi konusunda büyük yetki ve sorumluluklara sahip olan okullar ve okul yöneticileri için geliştirilmiş bir çok uygulama örneklerinin aynen alınmasına karşın eğitim sistemimiz içinde uygulama olanağının olmadığı görülmektedir. Toplam Kalite Yönetimi uygulamaları çağdaş yönetim anlayışının bir gereği olarak okullarımızda yer aldığı halde hemen hiçbir yetkisi, imkanı, gücü olmayan yöneticilere sanki finansal, yönetsel, personel yönetimine ilişkin yetkisi varmış gibi uygulama yapmalarının istenmesi hep bu hayali uygulamalara örnek olarak sayılabilir.
Eğitim sistemimiz içindeki bu uygulama ile teori arasındaki uzak mesafenin bir an önce kapatılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir. Üniversiteler alacakları elemanların uygulamada belirli bir tecrübeyi kazanmış olmalarını şart koşmaları bu önlemlerin başında geleni olarak sayılabilir. Uygulamada görev yapanların üniversite ortamına daha fazla katılımlarının sağlanması bir başka önlem olabilir. Ancak bunun üniversite ve genel yönetim ayağı bulunmaktadır. Özellikle eğitim sistemini yönetenlerin çalışanları üniversite düzeyinde bilimsel çalışmalara daha fazla katılmalarını teşvik etmesi, bu yönde çalışma yapanlara destek ve teşvik sistemleri kurması gerekir. Geçmişte yüksek lisans ve doktora yapanlara ders ücretlerinin belli bir oranda fazla ödenmesi uygulaması güzel bir uygulama olmasına rağmen kaldırılmış olması sistemin geri gitmesi anlamında önemli bir örnektir. Bu tür uygulamaların geliştirilerek yeniden uygulamaya geçirilmesi bir başka önlem olabilir. Geçmişte yapılmış olan bu uygulamanın yanlış tarafları da olmuştur. Örnek vermek gerekirse tezsiz yüksek lisans uygulamasının da bu genel uygulamaya dahil edilmesi önemli bir hatadır. Geçmişteki güzel uygulamaların devamı, olumsuzların giderilmesi sayesinde sistem sürekli iyiye gidebilir. Ortaya konulan uygulamaların sık sık ve kökten değiştirilmesi yerine ana çerçevenin kurulması sonrası yaşanan sorunlara göre düzeltme, iyileştirme, geliştirme çalışmaları yapılması en temel önlem olarak dile getirilmesi gerekiyor.