Remzi Mızrah
16 Ocak 2008
Urfa şehrimiz birçok özellik taşıyan bir şehirdir. Bu nedenledir ki birçok sıfat yakıştırılmıştır: “Kadim şehir”, “Müze şehir”, “ınançlar Diyarı”, “Peygamberler şehri” , “Kültür şehri”, “şiir şehir”, “Kutsanmış şehir” ve “Efsaneler şehri”…
Köklü bir sözlü kültürün egemen olduğu Urfa, efsanelerin çokluğuyla da rakipsiz bir şehir konumundadır.
Her taşı, her toprağı, her mekânı her zaman için anlatılmış. Anlatıla gelen rivayetlerin kimi fazla abartılmış, kimisine kutsallık yüklenmiş, kimisi de halk arasında anlatılan sahiplenilen olaylardan, devşirilerek efsane haline getirilmiş söylencelerdir.
Urfa’da efsane o kadar çok ki Mehmet Kurtoğlu tarafından derlenmıs olan “Urfa Efsaneleri” adlı kitapta 86 tane efsane yer almıştır. Her dinden her toplum ve kültür yapısından izler taşıyan bu efsaneler, şehir belleğinin oluşmasında da önemli katkılar sunmuşlardır araştırmacı ve meraklılara.
Efsaneler kimi zaman o kadar etkin olmuştur ki, doğruluğu tam olarak kanıtlanamayan bir çok anlatıyı doğru bilgiler gibi halka sunmuş ve buda geniş kitleler tarafından kabul görmüştür.
Urfa’yla ilgili bir çok yayında Urfa efsaneleri gerek başlık olarak, gerekse de başka bir olayın detayı olarak bahsedile gelmiştir.
ışte Urfa’yla ilgili kaynaklarda fazlaca bahsedilmeyen Urfa’yla ilgili iki efsaneyi sizinle paylaşmak istedim.
Bunlardan ilki “Karakoyun Efsanesi”.
ılk olarak. “Urfa yörelerinde Karakoyun Efsanesi” adıyla 1972 yılında Türk Folklor Araştırmaları Dergisinin Temmuz sayısında yer almış, daha sonra Saim Sakaoğlu’nun 2003, tarihli Akçağ yayınlarından çıkan “101 Anadolu Efsanesi” adlı kitapta da, Türk Folklor Araştırmaları dergisindeki derleme esas alınarak son kısmına bir ekleme yapılarak yayınlanmıştır.
“Hazreti ıbrahim ve iğde ağacı efsanesi” ise yine Saim Sakaoğlunun “101 Anadolu Efsanesi” adlı kitabında Yozgat taraflarından bir öğrencisi tarafından derlenen bir efsane olarak yer almıştır.
ışte bu iki efsane..
KARAKOYUN EFSANESı
Urfa’ya bağlı Yaylabağı köyünün korusuna göçebe bir Türkmen beyi çadır kurar. Bunun çok güzel bir kızı vardır. Bu kız köy korusunda sarı saçlarını rüzgara vererek kendi koyunlarını otlatmaya çıkarmaktadır.. Türkmen kızı narin, ince yapılı şirin ve haşin; ay kadar güzel bir kızdır. Yaylabağından bir çobanda yine bu koruda koyunlarının otlatmaktadır. Çoban çok güzel kaval çalmaktadır. O muhitte ondan güzel kaval çalmasını bilen yoktur.
Çoban bir gün koruda koyunlarını otlatırken Türkmen kızını görür ve ona aşık olur. Türkmen kızı da bu sevgiye karşılık verir. Bundan sonra koruda sık sık buluşmaya başlarlar.
Türkmen kızıyla çobanın aşkı kısa sürede köyde dilden dile yayılır. Türkmen beyinin kulağına kadar gider bu söylenti. Çobanı yanına çağırtır. Ona kızını verebileceğini ama bir şartı olduğunu söyler. Bir hafta koyunlarını ağıla kapatacaksın ve onlara tuz yalatacaksın ve sonrada köy halkının gözü önünde köy yakınındaki dereye götürecek ve koyunları su içirmeden dereden çevireceksin eğer başarırsan sana kızımı vereceğim der.
Çoban, beyin şartını kabul eder. Bir haftanın sonunda ahırın kapısı açılır koyunlar yerini çok iyi bildikleri dereye doğru gitmeye başlar. Çoban kavalının alıp çalmaya koyulur. Onun yanık sesini duyan koyunlar bir haftalık açlık ve susuzluğu unutur, suya yaklaşırlarsa da içmeden dönerler. Yalnız bir Karakoyun dereye girer dudaklarını suya değdirir, fakat içmez. Daha sonra başını kaldırıp çobana bakar ,oradan da sürüye katılır. Koyunlardan çok emin olan çoban karakoyunun bu hareketi karşısında bir hayli korkar. Ama sonunda Türkmen beyinin sözleriyle kendine gelir.
şartımı yerine getirdin sana kızımı vereceğim lakin şu karakoyunu merak ettim neden ağzını suya değdirdi der. Çoban; “Bu karakoyunun anası çok haşindi etraftaki tarlalara zarar verirdi. Bir gün yine tarlada yakalayıp sopamla beline vurdum işte bu Karakoyun o sırada vakitsiz dünyaya geldi anası da bu doğumda öldü. Bunun için Karakoyun benden intikamını almak istedi. Ama oda kavalımın sesine uyup sürüden ayrılmadı.”
Türkmen beyi çobanın şartını yerine getirdiğini kabul ederek kızını çobanla evlendirir. Kendiside göçebeliği bırakıp Yaylabağı köyüne yerleşir.
Efsanenin Yılmaz çınar tarafından yayınlanmış şekli bu. Saim Sakaoğlu ise bu efsaneye aşağıdaki kısmı ekleyerek yayınlamıştır.
Delikanlı ile kızın gizli gizli buluştukları gün, bu Karakoyun da tesadüfen onları görür. ıki sevgili orada öpüşürler. Bu sahneye şahit olan Karakoyun dudaklarının suya değdirmekle çobanın da kıza dudaklarını değdirdiğini ihsas ettirmek ister aradan bir zaman geçer, köyün çobanları beye gelirler: “Beyim sizin çoban deli galiba. Öğlen sıcağında hayvanları dere tepe dolaştırıyor. Nerede sular, ne eder, akıl sır ermez”
Bey bir gün sürüyü takip eder. Çobana görünmeden bir ağacın üzerine çıkıp ne yaptığını gözetler. Az ilerdeki ağaçların altına sürüyü getiren çoban onları sulamak ister. Değneğiyle yere bir çizgi çeker. Çizgi boyunca su fışkırmaya başlar. Hayvanlar sularını içerken çobanda bir gölgeliğe çekilip onları seyre başlar. Fakat ağaca saklanmış olan beyi görür. Sırrının anlaşılmasına çok üzülür. Ve yattığı yerden doğrularak ”ey mübarek hayvanlar; sizde taş olun, bende”
Hep birlikte taş olurlar. Bugün oralardan geçenler çobanı ve sürüsünü taşlaşmış olarak görürlermiş.”
HAZRETı ıBRAHıM VE ığDE AğACI.
Nemrut Hazreti ıbrahim’i ateşe atmaya karar verir. Büyük bir ateş yaktıracak ve ıbrahim’i içine atarak diri diri yakacaktır. Nemrutun adamları ateşin yakılabilmesi için ağaç toplamaya başlarlar. Fakat pek çok ağaç böyle uğursuz bir iş için yanmaya razı olmaz.
Ateşin büyük olması için odun toplayıcılar uzun ve düzgün ağaçları tercih ederler. O zamanlar uzun ve pürüzsüz olan iğde ağacı bu işe gönüllü olarak talip olur. Çevredeki iğde ağaçlarını hep keserler ve ateşe atarlar. Bir ara ateş o kadar büyür ki Hz. ıbrahim’i atmak için yanına yaklaşamazlar. Hemen bir mancınık hazırlayıp ıbrahim’i onun vasıtası ile ateşe atarlar. ıbrahim’in düştüğü yerin güzel bir bahçe, ateşin göl ve odunların balık olduğu hepimizin bildiği şeyler. Ama ya iğde ağaçları evet o günden sonra iğde ağaçlarının ne düzgünlüğü kaldı nede dikensizliği… Bugünde iğde ağaçları eğri büğrü ve dikenlidir. Bu yüzdende yakılmak için pek tercih edilmez. Çünkü Hazreti ıbrahim, iğde ağacının fazla ısı vermesi karşısında Allaha yalvarmış ve bu ağacın cezalandırılmasını istemiştir. Bu yüzden ığde ağacı eğri büğrü ve dikenlidir.