Cüneyt Gökçe
19 Ocak 2007
—2007 hacılarımızın aziz hatırasına… —
Aylar önce başlayan heyecanlı maratonunuz nihayet sona erdi ve ülkeye, özlediğiniz topraklara; hasretini çektiğiniz simalara kavuştunuz. Ne mutlu size!
Önce karar verdiniz. Sonra, aylar süren “ön kayıt-son kayıt ve derken kesin kayıt” heyecanını yaşadınız. O şanlı kuranın size isabet etmesi için kim bilir ne kadar dua ettiniz ve ettirdiniz! Çünkü kararlıydınız ve –inşallah- mutlaka gidecektiniz. Haklıydınız; çünkü bir ömür beklemiştiniz bu kutsi seyahat için. Resul-i Ekrem Efendimiz’e iştiyakınız vardı; yanıp tutuşmuştunuz O’nun için. Bu yüzden mutlaka gitmeniz gerekiyordu. Hareket tarihiniz biraz erkence de olduğundan önce O’na uğrayacaktınız ve öyle de oldu. Sizden sonra hareket edecek olan kardeşlerimiz Hz. Nebi’ye bayramdan sonra uğrayacaklardı: olsun ama; onlarınki de ayrı bir anlam ifade ediyordu; sizinki de güzeldi, onlarınki de…
Siz bir bakıma önce Hz. Peygamber’e uğrayıp O’nun manevi desteği ile Kabe’ye gidecektiniz; kardeşleriniz de O’nun huzuruna ‘hacı’ olmuş olarak varma durumunda olacaklardı. Zaten dedik ya, iki durum da güzel; ikisi de anlamlı!
Derken, hareket saatiniz geldi ve Resulullah’ın huzuruna varma kronometresi geri saymaya başladı. Süreç hızla ilerler gibi görünse de zaman yürümek bilmiyordu. Dakikalar saatleşiyor, saatler adeta gün gibi geliyordu size… Çünkü bir an önce O’nun huzuruna varma heyecanı her tarafınızı kuşatmıştı; ne yapacağınızı adeta şaşırmış ve unutmuş vaziyetteydiniz. Yeşil Kubbeyi ne zaman göreceğinizi çok merak ediyordunuz ve nihayet görünmeye başlandı; evet oydu görünen. Oydu O aziz misafiri bağrında barındıran. Oydu, o şanlı ve vakur duruşuyla sizleri büyüleyen.
Selam kapısından girip Resulullah’ın huzuruna vardığınızda kendinize inanamadınız; bir an kendinizi rüyada zannettiniz; ama hayır, rüya değildi gördüğünüz; siz hakikati yaşıyordunuz. Evet gerçekten de Resulullah’ın huzurundaydınız; ‘Es-Selamu aleyke ya Resulallah’ ifadesini çok faklı bir ses tonuyla söylediniz. ıçinizden geçtiği en doğal haliyle, gönlünüzün derinliklerinden akıp gelen yalvarışları terennüm etmeye gayret ettiniz. Yanındaki can yoldaşları Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i de unutmadan samimi bir edayla selamladınız. Artık Medine’deydiniz ve O’nun misafiriydiniz.
Medine’de bulunduğunuz süre içerisinde kulluk görevlerinizi hep Mescid-i Nebevi’de yerine getirdiniz. Onbinlerce sahabiyi ve ehl-i beytin büyük çoğunluğunu misafir eden Baki Mezarlığını ziyaret etmeyi ihmal etmediniz. Rsulullah’ın hatırası olan mekânları da ziyaret ettiniz. Kuba mescidinde ıslamı’ın doğuş ve yükselişini; Kıbleteyn’de kulluk bilincini ve Kâbe özlemini; Uhud’da Nebevi stratejinin önemini; Hendek’te ıslam’ın başarı formüllerini; yedi mescitlerde cihadın ehemmiyetini anlamaya ve hatırlamaya çalıştınız. Medine’nin tam anlamıyla bir ana kucağı; bir şefkat yurdu olduğunu iliklerinize kadar hissettiniz. Medine’nin taşı, toprağı, çarşısı ve sokağı size hep Hz. Peygamber’i hatırlattı. Ensar ruhunu gözlerinizin önüne serdi. Ensarla birlikte, muhacirlerin fedakârlıları da gözünüzün önüne geldi. ıslam’ın kardeşleştirme başarısını ve ıslam kardeşliğini bir kez daha hatırladınız!
Saygının, sevginin ve muhabbetin en güzelini Medine’de buldunuz. Kulluk şuurunu orada fark ettiniz. Medine’de yatan binlerce şehidin varlığını yanı başınızda hissettiniz. Ezanla birlikte Mescid-i Nebevi’ye doğru akan insan seli sizi büyüledi; adeta şoke oldunuz. Nerdeyse hayatın, -bütünüyle- namaz vakitlerine endekslendiğini müşahede ettiniz. Mescid-i Nebevi’nin kıble duvarını içerden süsleyen esma ve evsaf-i Nebi; yani, Hz. Peygamber’in isim ve sıfatları O’nu hep anmanıza vesile oldu. Bolca salavât-i şerife okudunuz.
Efendim, ‘sayılı günler tez biter’ kuralınca bir de baktınız ki, ‘elveda Medine!’ deme vaktiniz gelmiştir… ısterseniz, o anki tepkinizi de haftaya değerlendirelim.
Tekrar, hoş geldiniz!