Cüneyt Gökçe
27 Haziran 2008
Aynı gök kubbenin çatısı altında, bu dünya gezegeninin sakini olan insanlar; karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde “iyi geçinen ortaklar” olarak yaşamlarını sürdürmeleri gerekirken, bazen “ortak” olduklarını unutarak, başkasına hayat hakkı tanımama gibi bir garabetin içine düşmektedirler. Bu garabet ve ucube anlayışın sonucunda da müzmin hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
Bu hastalığın değişik versiyonları olmakla birlikte en göze çarpanı “dinlememe” marazıdır.
Başkalarını muhatap kabul etmeme, onların sözünü işitmeme, beyan ve açıklamalarını küçümseme, kendisini alternatifsiz görme, kendisi dışındaki insanları üçüncü-beşinci-onuncu sınıf olarak telakki etme ve benzeri belirtilerle ortaya çıkan bu hastalık, bir veba, bir kolera ve bir taun felaketi gibi öldürücü sonuçlar ortaya koymakta ve toplumsal huzuru dinamitlemektedir.
ınsanın kendi görüş, düşünce ve yaklaşımını “isabetli” görmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak bu doğallık; başkasını “hiç” olarak telakki etme hakkını vermediği gibi; başkasını “dinlememe” lüksünü de kazandırmaz. Diğer bir deyimle; hiç kimseye, başkanı “görmeme” hakkı verilmemiştir.
Her görüş ve düşüncenin kendi standartları içerisinde bir değeri vardır. Hatta en değersiz gibi görünen şey dahi, sonuçta “bir şey” olması hasebiyle kendisine göre bir kıymete sahiptir.
Birbirlerini anlama, birbirleriyle irtibat kurma ve birbirlerinin meziyetlerinden yararlanma gibi görev ve sorumluluklarla donatılmış olan insanların en önemli ödevlerinden bir tanesi de –çok saçma görünümlü dahi olsa- başkasından sudur eden görüş ve düşünceyi dinleme zahmetine katlanmasıdır.
ıyi bir dinleme, kişiyi yanlış hüküm vermekten korur.
Güzel bir dinleme insanları “acelecilik” çukurundan uzaklaştırır.
Dinleme, nezaket ve samimiyetin göstergesidir.
Dinleme adabına sahip olan kişi, muhatabını rencide etmeden onu sabırla dinler. Söylediklerini anlamaya çalışır. Usulünce muhatabına dönerek ve ona bakarak ifade ve cümlelerini sonuna kadar dinleme nezaketinde bulunur. Objektif bir kulakla, söylenenleri art niyetsiz olarak kendi dünyasında değerlendirmeye gayret eder.
Gerçeklerin ortaya çıkması ya da çıkarılması iyi ve samimi bir dinlemeye bağlıdır. Kötü maksatlı dinlemeler ise bizim bahsimizin dışındadır. Çünkü “açık arama”, “eksik yakalama” ve “suç bulma” önyargısıyla gerçekleştirilen dinleme ameliyesi, ölü doğan bir yaratıktan farksızdır. Mağlubiyetle biteceği “kesin” bilinen talihsiz bir maç gibidir.
Bu yüzden, huzuru isteyen muhatabını dinler.
Gerçeği arayan; gerçek bir biçimde, karşısındaki muhatabını “muhatap” kabul eder.
Toplumsal barış ve güven özlemini çeken herkes, kendisine seslenmeye çalışan insanı dinleme zahmet ve nezaketinde bulunur.
Unutulmasın ki, pek çok problem ve sıkıntının temelinde, “eksik anlama”, “yanlış anlama” ve “yanlış yorumlama” unsurları yatmaktadır.
Birbirimizi “iyi dinleme” ve dolayısıyla “doğru anlama” temennisiyle…