Ali H. Demir
26 Kasım 2012
Son günlerde özellikle başbakanın iddialı dershaneler önümüzdeki öğretim yılından itibaren kapanacak çıkışı sonrası eğitim sistemimiz içindeki dershaneler, dershanelerin varoluş sebebi olan sınavlar ve sınav odaklı yaklaşımlar yeniden gündemin üst sıralarına çıktı.
Eğitim sistemimiz içinde yaşanan bir takım çelişki ve sorunların bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan dershaneler önceleri fazla dikkat çekmezken gün geçtikçe dikkat çekici bir büyüklüğe ulaşmıştır. Dershaneler eğitim sistemi içinde herkes tarafından sevilen, beğenilen, mutlaka olması gereken yapılar değildir. Dershanecilik yapanlar bile dershanelerin varlığını eğitim sisteminin eksikliklerini kapatmada bir araç olduklarını, eğitim sisteminin yapamadığını kendilerinin yapmaya çalıştıklarını, imkan bulamayan, kısıtlı imkanlara sahip olan ancak nitelikli bir eğitim verildiği düşünülen okullara girme imkanı bulmakta zorlanan öğrencilere yönelik olarak destekleyici çalışmalar yaptıklarını iddia etmekte, bir bakıma adeta biz sistemin ortaya çıkardığı hastalıkların bir sonucu olarak varız demektedirler.
Başbakanın dershaneler kaldırılacak, özel okula dönüşecek yönündeki planlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu yazıda dershanelerin kapatılıp kapatılamayacağı, sınav odaklı yaklaşımdan kurtulmanın mümkün olup olmadığı değerlendirilecek ve kendi çapında bir takım çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılacaktır.
Eğitim sistemimiz içindeki okullara bakıldığında okul öncesinden yüksek öğretime kadar farklı kademelerdeki eğitim kurumlarının farklı şartlara sahip yerleşim yerlerinde bulunduklarını görmekteyiz. İlkokul, ortaokul, lise gibi okullar, eğitimin yaygınlaştırılmaya başlandığı anda itibaren öncelikle devlet tarafından imkânlar ölçüsünde ülkenin her yerine açılmaya başlanmıştır. Eğitimin yaygınlaşması ile birlikte eğitimden yararlanan insan sayısı da doğal olarak artmıştır. Eğitimden yararlanan eğitimli insanların içinde bulunduğu olumlu hayat şartları toplumda hemen birçok insanın eğitime olan ilgisini artırmıştır. Eğitilmiş insan sayısı artıkça bu insanlar öncelikle kamuda zamanla da özel kuruluşlarda yer almaya, istedikleri statüde çalışmaya başlamıştır. Eğitimli insan sayısının az olduğu dönemlerde paylaşılacak konum, statü ve birimler çok olduğu için herkes istediği yerde rahatlıkla konumlanabilmekteyken eğitimli insan sayısının oranı genel nüfus içinde artıkça yer sıkıntısı yaşanmaya başlamıştır. Önceleri nicelik veya sayısal endişelerle hareket edilirken zamanla niteliğin ön plana çıktığı görülmüştür. Nitelik talebi eğitimi düzenleyen milli eğitim bakanlığı tarafından okul çeşitliliği ile karşılanmaya, okullar arasında öğrenci başarısını dikkate alarak seçmeye dayalı yerleştirmeye dönüşünce doğal olarak ayrıcalıklı okullar ortaya çıkmıştır. Geçmişte İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezi yerlerde birer tane olacak şekilde açılmış olan sınavla öğrenci alan adeta ayrıcalıklı okullar zamanla ülkenin tümüne yayılmıştır. En ayrıcalıklı liseler olarak ortaya çıkmış olan Fen Liseleri günümüzde küçük ilçelere kadar yayılmış durumdadır.
Toplumsal hayatın getirdiği gerçeklerden hareket eden insanlar okullar arasındaki nitelik farkını kolaylıkla görmüş ve herkes çocuklarını nitelikli diye görülen okullara sokma yarışına girmiştir. Nitelikli diye görülen okulların gerçekten nitelikli olup olmadığı bir yana sınavsız girilen okullardaki öğrenci profili, okullarda yaşanan olaylar, okul yönetimlerinin sorunlara yaklaşımı doğal olarak insanları sınavsız okullardan uzaklaştırmış, sınavla girilebilen okullara yöneltmiştir. Aslında nitelikli diye görülen okullarda nitelikli olan okul veya personel değildir. Eğitim sistemi içindeki öğretmenler sınavla da alınmış olsa aslında nitelik olarak diğer okullardaki öğretmen ve idarecilerden çok farkları bulunmamaktadır. Sınavla seçilen aynı düzeydeki öğrenciler sınava hazırlanma sürecinde girdikleri yoğun çalışma temposunun getirdiği alışkanlıkla daha fazla ders çalıştıkları için doğal olarak okulun başarısı da yukarı doğru bir ivme kazanmaktadır. Bu durum toplumun gözünde nitelikli okul imajı şekline dönüşmektedir.
Okullardaki bu kategorik yapılanma bizzat eğitimin yöneticisi konumundaki bakanlık tarafından ortaya çıkarılmıştır. Ortaya çıkan başarı odaklı seçme sistemi sınava dayandığı için de dershaneler sınavlara hazırlamak amacıyla öğrencileri kendilerine çeker olmuştur. Yakın zamanda dershaneye gidişi önleyeceğiz öngörüsüyle hareket eden bakanlık sınavları üçe çıkarınca dershanelerin değirmenine daha fazla su taşır olmuştur. Sonuçta görülen yanlıştan dönülmüş ancak bu arada eğitim sisteminin içinde yer alan öğrenciler uygulanan bu yap- bozlardan olumsuz etkilenmişlerdir. Sınav odaklı yaklaşımdan herkesin olumsuz etkilendiğini söylemek doğru olmayabilir. Sınav sayısının üç olduğu dönemlerde özellikle aile çevresi, sosyal ve kültürel çevresi ortalamanın üzerinde olan öğrenciler aldıkları olumlu motivasyonla birlikte her yıl sınavlara hazırlanma düşüncesiyle derslerine daha sıkı sarıldıkları için çok daha fazla başarılı olur hale gelmişlerdir. Bu anlamda her yıl sınava hazırlanan öğrencilerin başarı düzeyi ile son yıl sınava hazırlanan öğrencilerin başarıları arasında gözle görülür farklar bulunduğu söylenebilir. Ancak çalışma alışkanlığı kazanan ve bunu başarıya dönüştürebilen gruptaki oran büyük grubun içinde oldukça küçük bir paya sahiptir. Okul veya dershanelerdeki seviye sınıfı uygulamasına bakınca bu oranı daha doğru tahmin etmek mümkün olabilir. Hemen her okul veya dershanede başarıyı dikkate alarak yapılan gruplandırmalarda adeta en iyiler diye nitelenen grubun en fazla bir veya iki sınıf oluşturduğu düşünülürse bu oran çok daha doğru tahmin edilebilir.
Sınavlara hazırlanma endişesi ile girilen yoğun çalışma temposu öğrencilerin büyük bir bölümünde strese, sıkıntıya yol açmış, veliler de çocukları sınavlara daha iyi hazırlanabilsin diye istemeseler de maddi külfetine katlanarak çocuklarını dershanelere göndermeye devam etmişlerdir.
Sınavların üçe çıktığı dönemdeki dershane hacmi ile sınavın bire düşürüldüğü dönemdeki dershane hacmi karşılaştırıldığında dershanelerin neden yaygınlaştığının cevabı rahatlıkla bulunacaktır. Dershanelerin yaygınlaşması ile birlikte dershane sektörüne giren, bu alanla ilgili olan insan sayısında da artış yaşanmış, ortaya çıkan maddi külfet yanında eğitimin içine düştüğü çelişkiler daha net bir şekilde görünmeye başlamıştır. Maddi külfetin getirdiği sıkıntılar yanında eğitim sisteminin çelişkileri doğal olarak siyasilerin de dikkatini çekmek zorunda kalmıştır. Bu zorunluluk başbakana yukarıdaki açıklamaları yaptırtmıştır.
Eğitim sistemimiz içinde dershanelerin başbakanın istediği gibi hemen kapanması mümkün mü sorusu kadar dershanelerin kapanmasına gerek var mı sorusunun da sorulması gerekiyor. Eğitim sistemi içinde dershane sisteminin eğitim sistemine yük olarak görünmesinin en önemli sebebi yine eğitim sisteminin kendisinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda çözüm önerileri geliştirilirken de eğitim sisteminin yapısı üzerinde değerlendirmeler, düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
Dershaneye yönelimi etkileyen en önemli unsur ayrıcalıklı okulların varlığıdır. Ayrıcalıklı okulları ne kadar alt kademelere kadar indirirseniz sınav odaklı yaklaşımlar, uygulamalar o kadar güçlenecektir. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıktığı şu günlerde bu tür okulların varlığının da çok fazla bir anlamı kalmamıştır. Bu nedenle çözüme giden yolun en başında sınavla girilen okulların tamamen kapatılması bulunmaktadır. Fen Liseleri başta olmak üzere sınav puanı ile girilen okullar bulunduğu sürece sınavların ortadan kalkması, sınavlar olduğu sürece de dershanelerin kalkması mümkün değildir. Fen liseleri türü sınavla girilen okullar kapatıldıktan sonra tıpkı ilköğretimde olduğu gibi adrese dayalı kayıt sistemine göre herkesin en yakınındaki liseye gitme imkânı sağlanmalıdır. Bu anlamda her ilkokul veya ortaokulun yakınında en az bir lise binasının yapılması gerekmektedir. Öğrenciler en yakınlarındaki ilkokula, ortaokula ve liseye giderek ortaöğretim sonuna kadar eğitimlerini tamamlama imkânına sahip olmalıdır. Okullar arasındaki nitelik farkını ortaya çıkaran sosyal, kültürel, ekonomik farklılıklar kadar personel, işleyiş, araç-gereç anlamında da benzer imkânlara sahip okulların oluşturulması sonrası okullarda verilen eğitimin niteliğine dair bakanlığın çok etkin bir yönetim ve denetim sistemi geliştirmesi, merkezi düzeyde belirlenen standartların okullarda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin gerekçeleriyle birlikte çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
İkinci adımda üniversiteye giriş sisteminin değiştirilmesi gelmektedir. Mevcut durumda ortaöğretimden mezun olan her birey yapılan merkezi düzeydeki sınavlara girme adına üniversite kapısının önüne yığılmakta, merkezi sınavda da lise müfredatının tamamından sorular sorulması nedeniyle öğrenciler okulda aldıkları eğitimde var olan eksikliklerini giderme adına daha henüz okulda iken dershaneye gitmek zorunda kalmaktadırlar. Sonuçta da okulların sınavlardan önce boşalması, sahte rapor alınması, okuldaki eğitimin eksikliklerinin giderilmesinin yollarına bakılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı ortaöğretim sürecinde öğrencilere ortalama bir eğitim sonunda diploma verme dışında kendini başka bir yükümlülük altına sokmamalıdır. Üniversiteye giriş süreci ile liseden mezun olma sürecinin birbirinden mutlaka tamamen ayrılması gerekmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı herkes için belirlenmiş ortalama bir eğitimi içeren lise eğitimini okullarda gerçek anlamda verdikten sonra üniversiteye girişi kişilerin kendine bırakmalıdır. Üniversiteye giriş sınavı merkezi düzeyde tek bir sınav olmaktan çıkarılıp fakültelere yerleşme sınavlarına dönüşmelidir. Kim hangi fakülteye girmek istiyorsa o fakültenin sınavlarına girip kayıt yaptırma hakkını elde etmeye çalışmalıdır. Üniversiteye girişte sınav olmasın demek çok fazla hayalcilik olur. Ülke çapındaki üniversitelerdeki kontenjanlar, üniversitelerin bulundukları yerler, imkanlar dikkate alındığında herkesin her istediği üniversiteye gidebilmesi mümkün olmayabilir. Sınav anlayışının da üniversiteye giriş düzeyinde bireye çok da olumsuz etkisi olmayabilir. Ortaokuldaki bir öğrencinin sınav sürecinde yaşadığı sorunlarla lise mezunu ergenliği geçirmiş bir yetişkinin sınav sürecinde yaşayacağı sorunlar ve sorunlarla başa çıkma becerisi aynı olmayacaktır. Fakültelerin öğrencilerini alırken hangi alanlardaki bilgi, beceri türüne bakacağı tamamen kendi anlayışına, standardına bağlı kalacağı için bireyler istedikleri fakültenin şartlarını yerine getirmek için kendi kişisel çabalarıyla baş başa kalacaktır. Bu çağdaki bir kişinin dershaneye gitmesi veya gitmemesi hiç kimseyi ilgilendirmeyecektir. O zaman dershanelerin var olması veya olmaması da o kadar önemli olmayacaktır. Üniversiteye girişte liseden mezun olurken alınan puanın etkili olup olmaması, bu puanın etki düzeyi üniversitelere bırakılabilir. Fakültelerin sınavlarının da kim nasıl bir sınav yaparsa yapsın anlayışıyla tamamen serbest bırakılması doğru olmayacaktır. Bu düzeyde YÖK gibi çatı kuruluşlar daha etkin kullanılabilir.
Üniversiteye girişi üniversitelerin kendilerine bıraktıktan sonra lise düzeyinde genel ve mesleki eğitim şeklinde iki ana dal oluşturulduktan sonra ortaöğretimde mesleğe yönelik eleman yetiştirme veya genel liseye gidip akademik çalışma yapma bir seçenek olarak bireylere sunulabilir. Böyle bir durumda hayatın her alanına yönelik meslek elemanlarını yetiştiren okulların veya programların oluşturulması gerekmektedir. Mesleki eğitimden geçmeden ekonomik hayata atılıp iş yeri açmanın da önünün mutlaka kapatılması gerekir. Çünkü insanlar eğitime gideceğime çıraklık sistemi ile piyasada yetişip kendime uygun bir iş yeri açarım düşüncesiyle okula veya mesleki eğitime gitmekten vazgeçmektedirler. Bu durum özellikle mesleki eğitimin önemine olumsuz bir etki yapmaktadır. Lise eğitim sürecinde tüm alanlara yönelik her öğrenci için aynı içeriği aynı düzeyde ve derinlikte vermek yerine mümkün olduğu kadar sadeleştirmek, ortalama bir anlayış verecek düzeyde belirli alanlarda genel bilgiler verip kalanını ilgi alanına göre oluşturulacak programların bünyesine aktarmak daha yerinde olacaktır. Mevcut sistemde öğrencilerin tümü tüm alanlarda aynı düzeyde bilgi sahibi yapılmaya çalışılıyor. Bu durum ilginin dağılmasına, ilgi duyulmayan alanların getirdiği bıkkınlıktan dolayı da eğitimden, okuldan uzaklaşmaya neden olmaktadır.
Eğitim sistemimiz içinde birçok sorunlu alan mevcuttur. Mevcut sorunlara çözüm bulma sürecinde uzmanlık bilgisi kadar uygulama bilgisinin de mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. Son dönemde akademik başarı veya akademik çalışmalardan elden edilen titre bakılarak özellikle bakanlık merkez teşkilatında yapılan görevlendirmeler sistemde önemli sorunlara yol açmış bulunmaktadır. Akademik geçmiş, sistemi tanımadan sistemin içine, hatta karar mekanizmalarının başına gelmede bir kriter olarak kullanılırsa teori ile uygulama arasında olması gereken senkronizasyonun bozulmasına yol açar. 4+4+4 sürecinde yaşanan sorunların temel nedenlerinden birisi de bu olmuştur. Sistemi, mevzuatı, uygulamaları yeterince tanımayan kişilerin aldığı kararların sonucu olarak halen sistemin getirdiği yeni sorunlarla boğuşmak zorunda kalınmaktadır ki bunda bakanlık merkez teşkilatının başındaki yeni yöneticilerin de sorumluluğu vardır. Dershanelerle ilgili tartışmalar ve sınav odaklı yaklaşımın ortaya çıkardığı sorunların çözümünde umalım ki aynı hatalara düşülmesin. Sistemin içinde bulunan, sistemin işleyişinde yaşanan sorunlara yakından şahit olan kişi ve birimlerin de görüş ve önerileri katılımcı bir anlayışla alınırsa sistem çok daha etkin ve verimli bir değişim süreci geçirebilir. Aksi takdirde ben yaptım oldu anlayışı hepimize daha çok zaman kaybettirir.
Soru, Görüş ve Eleştirileriniz için…..
Ali Hikmet DEMİR