İbrahim Dülger
26 Aralık 2006
ılk dış borcu Kırım savaşının giderlerini karşılamak için ıngiltere’den alan Osmanlı Devleti(1854) aldığı borçları zamanında ödeyemeyince kısa zamanda içinden çıkılamayacak borç bataklığına saplandı. ıngiltere ile yapılan Balta Limanı Sözleşmesiyle de ithalatta verilen tavizler, üretici ve ihracatçıyı ağır vergilendirme ile dış ticaret açığı fazlalaşan Osmanlı ımparatorluğu, Avrupa Devletlerinin borçlarnı toplanan vergilerden direk alabilmeleri için Genel Borçlar ıdaresi’nin (Duyun-u Umumiye) kurulmasını kabul etmek zorunda kalmıştır. (Bugünkü IMF gibi) Önce büyük kentlerin vergileri Borçlar ıdaresi tarafından toplanırken her alınıp ödenemeyen borçtan sonra diğer şehirlerinden vergileri Genel Borçlar ıdaresinin kasalarına akmaya başlamıştır. Durumdan kurtulmak isteyen Osmanlı yeni vergiler koymakta, Avrupa’dan borç para bulamadığı için Beyoğlu Bankerlerinden ve Sarraflarından yüksek faizle borçlanmaktadır. Devlet, her borç isteyişi ve ertelemesinde; Avrupa Devletlerine siyasi, hukuki, ekonomik verilen tavizler ile yarı sömürge ve açık pazar durumuna getirildi. Birçok ülkeye verilen kapitülasyonlar (siyasi, ekonomik, hukuki ayrıcalıklar) Ülke sanayisinin kurulmasına engel oldu. Üretim yapan atölye ve üreticiler rekabet edemediler, ithal (dış alım) malları yüzünden iş yerlerini kapatarak Anadolu şehirlerinden ıstanbul’a göç ettiler. Avrupa’nın Milliyetçilik hareketlerini kışkırtarak Balkanlarda çıkardıkları isyanlar, bunları bastırmak, yayılmacı Rusya ve Fransa ile yapılan savaşlar ve ödenen tazminatlar, Osmanlı ekonomisini daha da kötüleşmesine yol açtı. Bu durum, Anadolu insanını işsizlik, savaş ve vergilerden dolayı yoksul duruma düşürdü. Bu durumun vehametini yaşamış olan Yeni Devletin Kurucu Önderi Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının Lozan barış görüşmelerinde kurtulmak istedikleri üç taviz; azınlık hakları, kapitülasyon ve dış borçların tasviyesi meselesidir. Bunlar halledilmeden bağımsız, Milli bir ekonominin kurulamayacağının bilincindedirler. Osmanlı borçlarını topraklarımıza düşen oranda taksitlendirilerek ödenmesi sonrasında kaptülasyonlarında kaldırılması ile Ulusal Bağımsız Ekonominin kuruluş çalışmalarına hızla başlanmıştır. Geçmiş borçlar nedeniyle Osmanlının düşürüldüğü durumu unutmayan Genç Cumhuriyetin yöneticileri; 1938 yıllarına kadar dış borç olmadan, hatta çok cazip şartlarla verilmeye çalışılan borçları da red ederek, ulusal kaynakları ve toplum dinamiklerini kullanıp, 1929 Dünya Ekonomi bunalımına, Dış borç taksitlerinin de ödenmesine rağmen, ulusal ekonomiyi kurmaya başlamışlardır. Önceleri Liberal ekonomik sistem, 1930’larda Devletçi ekonomik modelle kendine yeten, yerli malı kullanan kendi kaynaklarını değerlendiren Ulaşımda toplu taşımacılığı esas alıp demiryollarında kendi kömürünü kullanarak (4 bin kilometre olan demiryollarıyla 8 bin km. çıkarıp, Anayurdu demir ağlarla örerek ) Ulaşım sorununu çözmeye çalışmışlardı. Bugün yaşadığımız teknolojik imkanları, yaşamımızın kolaylığını, rahatlığın yadsımak, küçümsemek mümkün değildir. Ancak ekonomide milyarlarca dolarlık borç yükü, kendi öz kaynakları yerine dışa bağımlı, ürettiğinden çok tüketen Dış ticareti büyük açıklar veren bir ülke, giderlerini karşılamak için yine dış kaynakları (yani borçları) kullanmaktadır. Borç sarmalına tekrar düşen ülkemiz; maalesef yatırım, bütçe, emekçilerin maaşları, ürünlere yapılacak zamları, siyasi konulardaki kararlarında gelişmiş zengin ülkelerin kontrolünde olan IMF’ye Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşların yönlendirme ve baskılarına uymak zorunda kalmaktadır. Aşırı tüketim çılgınlığı, savurganlık, üretmeden yaşamaya çalışmak son 25 yılda toplumumuza yavaş yavaş alıştırılan aldatıcı bir refah düzeyi mutluluk sağlamıştır. (Madde bağımlılığı gibi) Karşılıksız verilen ancak yerinde kullanılmayan desteklemeler. Artık her işi yapacağımızda attığımız her adımda bekler olduğumuz Avrupa Fonları (sadakaları) ile: Kendi kendine yeten bir ülke konumundan avuç açan, fon isteyen, aşağılanan bir toplum haline getirildik. Birçok köyün insanlarına hastalıklar bulaştıran Balıkgöldeki balıklarını öldüren, belki de bahçelerde sulama ile yetiştirilen sebzelere bulaşan Organize Sanayinin atıklarını arıtmak için bile Avrupa’dan dilediğimiz, verilmesi için dua ettiğimiz fon desteğini bekler olduk. (Bereket, yağmur duası yerine projelerimize fon duasına derneklerimiz, sivil toplum örgütlerimiz ellerini açmış beklerken) Kanser hastalıkları genetik birçok bozukluk(kötü mutasyon) hastalıklar artmış, insanlar dertli, önemli değil, Sanayimiz çalışsın yeter!… Acaba hakettiğimiz için mi böyle yönetilir olduk da bunu hak ettik? Yoksa kötümü yönetildik? Toplum olarak kendi dinamiklerimize gücümüze ne zaman döneceğiz? Arıtma tesisleri çalışan Organize Sanayi insanların hem mutlu, hem de sağlıklı kılacaktır. Mutlu yıllar ve bayramlar, kalın sağlıcakla…