Bülent Okutan
6 Temmuz 2007
Kendime bir süre izin vermiştim ve tabi ki yazılarıma da ara. Ama malumunuz seçim atmosferi, kapıldık rüzgara ve hala terk edemedik memleketi. Sözüm ona gazeteciyiz ya?
Kontağı çevirip Akabe’yi çıkamayınca, yazmadan da duramıyoruz işte.
ışin ilginç yanı oy da kullanamayacağım. Oyumu merak edenler o evhamdan kurtulsun diye söylüyorum. Seçmen listesine yazılımın son günü saat 17’ye beş kala gittik. Muhtarda (o arayınca günlerce bulamadığınız muhterem) iş güzarlık edip, beş dakika erken gidince YSK’ya, bendeniz oysuz kalıverdim. Kullanacağım oydan korkanlar artık derin bir nefes çekip ‘Ohhh bu bertaraf oldu, deyip yollarına devam edebilirler. Artık ben engel değilim yani’ Klavyenin başına oturmamın sebebi oyumu kaybetmeme hayıflanmam veya kaybettiğim oyum ile bu ülkede bir şeyleri değiştiremeyeceğime üzülmem değil. Üzüntüm çok ama çok farklı bir şey.
Kazandığımız, ama istemeye istemeye kazandığımız akıllılarımıza inat, kaybettiğimiz delilerimize üzüldüğüm için kaleme sarıldım. Hoş artık kalemde yok ya. Bunu klavyeyi kucaklamak olarak değiştirelim isterseniz.
Geçtiğimiz gün Saadet Partisi’nin mitingi vardı. Mitingleri uzaktan izlerim. Genelde de Valilik karşısında ki değerli dostum Nuri Alıcı’nın işyerinden. Neredeyse on beş yıldır takılırım oraya. şehrin tomografisini çekersiniz oradan. Herkes günde bir defa ille geçmek zorundadır o iş yerinin önünden. Ve Urfa’nın kalbinin attığı yerdir, o Vilayet kavşağı. Hoş gerçi artık Nuri başka sektöre geçip teknolojiye yenik düştü ama, dünün küçük güleç yüzlü sevimlisi Ali, babasının beyefendi esnaf mirasını, maddi açıdan fazla kazanamama uğruna da olsa orada yaşatmaya çalışıyor. Yirmi fotoğrafını bir buçuk milyona çektiği Harranlı müşterisine, yanında getirdiği üç konuğunu da dahil edip tanesi beş yüz bin liradan kahve ısmarlama gözü karalığı ile. (Bu gözü karalık Antep esnafında bile yoktur. Ali’nin esnaflığını ona göre değerlendirin)
Evet dediğim gibi Saadet Partisi’nin mitingi vardı. Uzaktan izliyorum. Birden ortalık karıştı. Dükkanın önüne çıktık. Parti sempatizanları, birini ite kaka meydandan çıkarmaya çalışıyordu. Elinde parti bayrağını sallayan kişi ise her haliyle aşırı alkollüydü.
Siz olsanız ilk kim olduğunu tahmin ederdiniz?
Evet.
Bende öyle sandım.
şarapçı Beko mitingi karıştırmış dedim.
Onbeş yıl öncesinin küçük sevimli Alış’ı, bu günün genç delikanlı esnafı Ali’si tahminimi kökünden sildi attı ;
‘Ağbi Beko olamaz, geçtiğimiz gün öldü’ dedi.
ınanamadım.
Kısa bir süre önce de Reşo’yu kaybetmiştik. Hani o ayağına geçirdiği başkasının eskisi olan derisi tahta gibi, ayakkabıları sürterek gezen Reşo’yu. Renkli sima Hüseyin Leblebicioğlu’nun insanlık örneği verip yıllardır kolladığı Reşo’yu. şarapçı Beko’da ölmüştü işte. Yaşamı boyunca mantarını açtığı şişeyi, sabahtan akşama kadar kafasına dikmişti. Hiç ayık gezmedi. Saldırgan da değildi. Günümüzde bazılarının üç bardaktan sonra yaptığı gazetelerde yer alan katliam haberleri aklıma geliyor da. Hani o içince aslan kesilen kedilerin icraatları. Ahh Beko, hep kedi kaldın sen.
Gözümün önünden, birden hepsi geçti. Deli Ayno, Makarios, Cin Bako, Gavur Ahme, Koreli, Hacı Bey, Spastik Halle Haftalıkçı Ahme, Reşo, şarapçı Beko ve diğerleri.
Hepsi insandı onların. Kendisinden başka kimseye zararı olmayan insanlar. Güleç yüzlüydüler. Eteklerini çekiştiren çocuklar dışında hiç kızmazlardı.Yaşamları boyunca karıncayı ezmemiş, kimsenin burnunu kanatmamışlard ı. Tüm kaçıklıklarına rağmen. Adları deliydi sadece. Ama dedim ya, her şeyden önce insandı onlar.
Ve gerçekten kimseye zararları olmamıştı yaşamları boyunca. Bir kişi çıkıp, ben Urfa’nın delilerinden muzdaribim, zarar gördüm dün desin, olmayan bıyıklarımı keserim.Ama yapmadı bu deliliği, rezilliği, terbiyesizliği hiç biri. Tüm akıllı geçinenlere inat. Allah ruhlarını şad etsin.
Onların çoğu artık yok. Ve şimdi biz, bazılarımız, sözde bir takım akıllıların peşinde, ne yazık ki deliler gibi koşuyoruz.
Allah bizim de günahlarımızı affetsin… Ne diyeyim…