Cüneyt Gökçe
15 Aralık 2006
—Sayın Kenan KAHRAMAN’a-—
Sözlüklerimizde “davet” sözcüğü “çağırma” ve “bir görüş ve düşünceyi kabul ettirmek için deliller ileri sürme” şeklinde açıklanır. Bu pencereden bakıldığında çağırma pusulası olan “davetiye”lerin çok büyük önemi vardır.
Her hangi bir konunun davetçisi, davetine verdiği değer oranında çağrısında kullandığı ifadeleri, araç olarak seçtiği malzemeyi ve davetiyesinin içeriğini seçer ve bir takım tercihlerde bulunur.
“ış”, “olsun!” diye yapılan çağrıların, “iş_olsun” diye yapılan çağrılara oranla çok daha başarılı sonuçlar sağladıkları bilinmesi gereken bir gerçektir. ışin “olmasını” istemek ile laf olsun diye bir şeyler yapar görünmek birbirinden çok farklıdır.
Pazarcının pazardaki bir malı satmak için yaptığı çağrı bir davetiye olduğu gibi; peygamberlerin, muhataplarını ilahi mesajlara çağırmaları da bir davetiye çeşididir ve her ikisi de birer davet türüdür. Okul yöneticilerinin herhangi bir konuda velilere gönderdikleri çağrı pusulaları da önemli davetiye çeşitlerindendir.
Yazılı davetlerde kullanılan ifadeler gibi; sözlü davetler için de ses tonunun, jestin, mimiğin çok büyük önemi vardır. ıfadelerin netliği, kelimelerin uyumu, sözlerin nezaketi davetiyeye ayrı bir değer katma fonksiyonuna sahiptir.
Çağrı metinlerinin gerçeği yansıtması ve abartılardan arındırılması vazgeçilmez ön şarttır ancak bu, ifadelerin özenle seçilmesine mani değildir. Nezaketin, sevginin ve saygının satır aralarına serpiştirilmesi davetiyeye ciddiyet kattığı gibi, ilgiyi de artırır.
Muhataplar, çağrı ifadelerinden çok etkilenir. Bal satıcısının yüzünde sirke görüntüsü varsa satışında başarılı olması beklenmemelidir. Nitekim nice bal ve gül yüzlü sirke satıcılarının çok başarılı oldukları bilinen bir gerçektir.
Örneğin, bir davetiye düşünün ki: “Güzel yurdumuzun güzel ilinde geleceğimizin teminatı olan sevgili öğrencilerimizin ders, devam, devamsızlık ve genel durumlarını görüşmek ve değerlendirmek üzere..” ifadeleriyle başlasın ve: “Sorumluluğunu üstlenmenin bilinci ile değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın durumlarını görüşmek üzere…” cümlesiyle devam etsin. Davetiyenin sonu da “teşriflerinizi bekler saygılar sunarım” nezaketiyle bağlansın; bu çağrı pusulasından etkilenmemeniz ve bu çağrıya kulak vermemeniz mümkün mü?
Her şeyden önce bu davetiyede bir ülke sevgisi; üzerinde yaşadığımız ve havasını teneffüs ettiğimiz topraklara değer verme şuuru ve insana saygı konuları ön plandadır.
Geleceğimizin teminatı olan yavrularımızın eğitimin odağında yer aldıkları ve bu sorumluluğu beraberce paylaşmanın gerektiği noktalarına da dikkat çekilmesi ayrı bir güzelliktir.
Davetiyenin satır aralarında içtenliği, fedakârlığı, sempatiyi ve sevgiyi yakalamak mümkündür.
Ayrıca, davetiyenin satır aralarında, beynimizin maddi gıdası olan oksijen ve proteinlerin yanı sıra; manevi gıdası olan sevgi, öğrenme, muhabbet ve hikmeti de yakalamak mümkündür.
Davetiyede iş yapmaya çağrı vardır; kendimizi tanımlayarak, kendimizden başlayarak, kendimizi eğiterek, kendimizi okuyarak ve kendimizi keşfederek bir şeyler yapmamız gerektiği hususu vurgulanmaktadır. Attığımız her adımın aslında güzel bir sonuç olduğu gerçeğine işaret edilmektedir.
Bu nezaket dolu ifadelerden eğitimdeki “sunum nezaketinin” yanısıra anlıyoruz ki, artık dikte etme ve baskıyla yönlendirme dönemi geride kalmıştır. Bütün paydaların “hakkı” var olduğuna göre artık, beraberce (öğrencisiyle, velisiyle, öğretmeniyle ve yöneticisiyle) öğretişim, yönetişim, iletişim, etkileşim, eğitişim ve bilgilendirme söz konusudur.
Doğrusu, birer dünya olan bireylerin en az bin kapılı oldukları düşünülünce, -böylesi- hedefli ve planlı bir eğitime tanık olmak geleceğimiz adına içimizde bir ümit ışığının doğmasını netice vermiştir. Bu ışığın doğmasını sağlayan Sayın Kahraman’a şükranlarımı sunuyor, görevinde kolaylıklar ve başarılar diliyorum ve bu güzel davetiyesi için özellikle kendisini tebrik ediyorum.
Her şeyin çok daha güzel olduğu bir dünya dileğiyle…