Mahmut Çepoğlu
30 Ekim 2007
Cumhuriyetin dünü ve bu günü artı ve eksilerine geçmeden cumhuriyet’in ne anlam ifade ettiğine bir bakalım. Devletin yönetim biçimini ifade eden siyasi bir terimz olan Cumhuriyet, kişi ve bir zümre elinde olmayan halk tarafından seçilen sivil parlamento ile ülke vatandaşlarının idare edilmesini içerir.
Arapça bir kelime olan “cumhur”dan oluşmuştur. Cumhur sözlükte; cemiyet, toplanma, toplum, kamuoyu anlamında kullanılır. Dünyada monarşi, hükümdarlık, Krallık sürdürülürken cumhuriyetin kurulmasını Atatürk şu ifadeyi kullanmasına neden olmuştur. “En büyük eserim Türkiye Cumhuriyetidir.”
Veraset şekli (babadan oğla geçme) ret edilmiş, saltanata son verilmiş. Halifelik kaldırılmış, halifelerin halefleri bir şekilde yine saltanatlarını sürdürdükleri inkâr edilmez. Hile ve entrikalarla demokrasi adına sayısız kez seçilmiş birisinin tekrar tekrar gelmesini kimse engelleyemez olmuş. Nedeni halk seçiyor üstelik demokrasi adına. Sultanları da halifeleri de geride bıraktılar. Monarşi ve krallık denilmiyorsa da büyük benzerlik taşımakta.
Her ne kadar cumhuriyet yönetimin de yöneticilerin iradesi mutlak olmadığı, halk iradesi ile sınırlandırılmış olarak ifade ediliyorsa da, “bunu şimdiye kadar görmedik” dersek çok abartılı olmaz sanırım. Sadece sandıkta halk vardır. Oda ne derece gerçek ve samimi.
Seçim adı altında dört-beş yılda bir halka sorumluluk yükleniyorsa da yöneticilere çeşitli şekillerde tabi olmak zorunluluğunu beraberinde kendiliğinden gelmektedir. “Tebaa ve kul olma” hiçbir zaman kalkmamış ki “şimdi yok” diyelim. Cumhuriyet; düşüncede, bilgide sağlıkta güçlü ve karakterli koruyucular ister” derken bu günkü düştüğümüz hali sorgulamamız gerekmez mi?
Halkın yönetime katılması olarak ifade edilen cumhuriyet kişilerin ailelerin grupların tekeline bırakılmış, halk, vatandaş akıl bir yana onlara herkes göbekten bağlı olmaya mecbur edilmiş. Konuşmak isteyenlerin “susma sustukça sıra sana gelecek” sesi hep susturulmaya hala devam ediyor. Barış sevgi adına, bir tek kelime, bir tek sloganı duymak mümkün değil. Oysa Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” söze niçin ve neden söylediğini yorumlamak gerekir. Biz bu gün ülke barışında, gönüllü birliktelikte neredeyiz? Ne ülke içinde barış içindeyiz ne dünya ile barışık yaşıyoruz. Hak ve hukukun, insanca yaşamanın, milli hâsıladan pay almada neredeyiz? Deme hakkını kim kendinde bulabiliyor?
Cumhuriyet kurucuları şimdi kalkıp şöyle sağa sola bir baksalar. Verdikleri emeklerine yanmayacaklar lakin bu durumun böyle gitmeyeceğini de söylemeden edemezler. Döktükleri kanın “cumhuriyetin ilelebet payidar” olacağını güvenini verecekler. Cumhuriyeti emanet ettiği çocuklarımız, sokaklarda cumhuriyeti sahiplenmeleri gerekirken etnik ayrıcalığın kardeşler arasında nasıl düşmanlığa dönüştüğünü görecekler. Ve biz bu cumhuriyeti bu günler için mi kurduk sorusunu elbette soracaklar. Marjinalleştirme adına sokaklara dökülen ilköğretim ve liseli gençlerin çeşitli el ve kollarını simge olarak kullananlarla kol kola yürüdüklerini görünce hayretlerini gizlemeyeceklerini bilmelisiniz.
Oysa ülkedeki çeşitli ırklardan olan ve ülkenin bir zenginliği, çok renkliliği olan halklara saygılı olmaları gerektiğini, hakaret ve küfürler savuranların, kin ve öfke kusanların yanlışını bağıracaklar. Evet bugün töhmet altında bırakılan, potansiyel suçlu ilan edilen bu halklar değimliydi; Çanakkale’de beraber şehit oldular. Dumlupınar’da, Sakarya’da. Yemende, serhat boyunda Sarıkamış’da can verenler yine onlar değimliydi. Birlik ve beraberlik içinde bu güne kadar sürdürülen yaşamın neden sekteye uğradığını sorgulamak bir vebal altında olmanın gerçeğidir.
Yapılmış siyasi inkılaplarda saltanatın kaldırılmanın sürdürüldüğü ilan edilmiş, yılda bir kez de cumhuriyet kutlamaları yapılıyor, lakin cumhuriyetin altının üç yüz altmış beş gün oyulduğunu görecekler.Yapılan toplumsal inkılâpların kırsala uzandıkça yok olduğunu, kadınların seçme ve seçilme hakkının ayak oyunları ile erkek hegemonyasının gölgesinde kaybolduğunu görecekler.
ınkâr etmek mümkün değil. şapkanın faydasına inanılmış olacak ki kırsal alanda bolca rastlanmakta. Tüm “günah” söylemlerine rağmen şapka devrimi, dün olduğu gibi bugünde az uz sürmekte. Biz öğrenci iken orta öğretim sırasında şapka kullanırdık. Sonra öğrenciler askerleşiyor sözleriyle kaldırıldığını duyduk. şimdi sokaklarda yükselen gençliğin sesinin ne anlama geldiğini her halde anlamazlık edemeyiz. Lakap ve unvanlar kalktı kalmasında, sadece nüfus kâğıtlarına yazılmıyor. Yoksa piyasada şeyh, ağa, bey, hacı, efendi vesaire lakap ve unvanlar devam etmekte. Mafya, çete, baba, korucu ve korucu başları lakaplarıyla “alikıran baş kesenlerin” işi tıkırında.
Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılâplardan sözde kalkmış olan, tekke zaviye ve türbeler gölgesinde eğitim kaybolmuş durumda. Hani Köy Enstitüleri? Hukuk alanında medeni kanun kabulü hala emeklemede. Sanki cumhuriyet’in güçleneceğinden korkanlar olacak ki hep güdük bırakılmakta.
Cumhuriyetin dünü bugünü benim bakış penceremden kısaca böyleydi. Sizin pencerenizden uzun uzaya bir düşünün?