İbrahim Halil Okuyan
1 Haziran 2006
Bir ülkenin veya bir şehrin ekonomik ve kültürel değerleri o birimin gerçekten malı ise coğrafi işaretle tescilleniyor. O tarihten sonra ürün o yerin malı olarak tanınıyor ve tabir caizse tapusu sahibine teslim ediliyor. Bu işlem bazı ürünlerde sükûnetle yapıldığı halde birçok üründe ihtilâflı durumlar ortaya çıkıyor, uzun zaman çekişme ve sürtüşmelere de sebep olabiliyor. Yalnız “coğrafi işaret” edinmede teklif edenin de, karar verenlerin de adil ve tarafsız olması şarttır. Bilhassa hakem durumunda olan makamın o ürün ve benzetilmişleri hakkında bilgi sahibi olması beklenir ki, ortaya yanlış bir karar çıkmasın, haksızlık olmasın. Son günlerde “Uluslararası nitelikte” bir “coğrafi işaret” tartışması halkımızı epeyce meşgul etti. Uzun yılların vesikalarla Türklere ait olduğunu haykırdığı “Baklava” hırsızlamasına bir kararla baktık ki Rumların (Güney Kıbrıs) olmuş.. Buna imkân var mı? Selçuklu ve Osmanlı Saraylarının ve eşrafın klâsik tatlısı nasıl Rumların olabilirdi? Olsa olsa ıstanbul’da “Baklava”yı yemiş ve öğrenmiş olan bir kısım Rumların vaktiyle Kıbrıs’a göç etmeleri sonucunda her nasıl yapılıyorsa orada da yayılmış ve bu çalıntı mal olarak sanki oranın malı gibi olmuştur. Oysa bugün baklavanın en âlâsı nasıl Türkiye’de yapılıyorsa, dün de bu böyleydi. ınşallah doğru tesbit yapılarak hak, sahibine verilir ve Baklavamız Rumların hegemonyasından kurtarılır. Bizimle ıstanbul’da içiçe yaşamışlığı bulunan ve halen Batı’dan komşumuz olan Kıbrıslı Rum ve Yunanlılar “Coğrafi ışaret” hırsızlığında meşhurdurlar. “Karagöz ve Hacivat”ı da kendi malları olarak dünyaya lanse etmişler Tiyatronun bu Bursalı ilklerini maalesef çalışmalardır. Dünya uzun yıllar bu iki bahtsızımızı onların malı olarak bilmiştir. Ne acayip değil mi? şehirler arasındaki “Coğrafi ışaret” aşırmacılığı da maalesef az değildir. Çiğköftemiz, isodumuz, lahmacun ve kadayıfımız Gaziantep ve Kahramanmaraş’la aramızda adeta soğuk savaş rüzgârları estirmiştir. Bu çekişmenin ateşi halen de sönmüş değildir. Ancak, isod’un geçen dönem Urfa Belediyesince tescil edilmesi, çiğköftenin bugünlerde Ticaret Odamızca tescil için ele alınması gerçek sahibinin kim olduğunu gösterir. Uzun bir liste tutan diğer ürünlerimiz için de gerekli işlem yaptırılmalı, bu kültürel zenginlik hakkı olmayanlara kaptırılmamalıdır. Bundan 4-5 yıl önce televizyonda kadayıf (künefe) Urfanın mıdır, Antakyanın mıdır? şeklinde bir tartışmaya şahit olmuştum. Her iki taraf da söyleyeceğini söyledi ama karar safhası belirtilmeden tartışma bitirildi. Bu olaydan bir yıl kadar sonra Ankara’da yeni tanıdığım bir arkadaşla görüşürken tatlılardan lâf açıldı. Konuşmanın gelişiminde Urfa’da ve Antakya’da kadayıf yediğini öğrendim. Benim Urfalı olduğumu bilmiyordu. “şimdi sizi bu iki ilden birine kadayıf yemeğe götürecek olsam hangisini tercih edersiniz?” diye sorduğumda “Urfa Urfa” dedi. “Oranın kadayıf tatlısına değil Antakya’da hiçbir yerde yetişilemez..” ışte canlı bir “Coğrafi ışaret..” Tescili için anlaşılan bize çok iş düşecek.. Kültür Bakanlığında “Coğrafi ışaret”lerin listesi vardır sanıyorum. Bir kısmını vaktiyle bir gazetede okumuştum. Nefis yemeklerimizin ve tabii ürünlerimizin oldukça fazla bir bölümü il, ilçe denilmeden ıç Anadolu’nun, Marmara ve Ege’nin belde ve bucaklarına serpiştirilmişti. Listenin tamamını bulup sahiplerini gözden geçirmekte fayda var. Kültür zenginliğimize sahip çıksak fena mı olur? Turizm ve ticarette bunun kazandırdıkları inanın tahminimizden çok fazla. Uğraşması mümkün olan Teşkilâtlar bu hizmetten geri durmamalıdırlar. Rahmetli Mustafa Dişli; “Fıstığımı çalmışlar, isodumu çalmışlar, çiğköftemi de çalmışlar!..” diye boşuna bağırmıyordu herhalde.. Allah rahmet eylesin….