Mahmut Çepoğlu
21 Eylül 2007
Ancak her milletin her ırkın bir geçmişi ve tarihi süreç içinde yaşam şekilleri, insanlarla diyalogları, onları toplumla bütünleştirdiğine tanık oluyoruz. Onlar biraz da özgür yaşama çabasındadırlar. Toprağa bağlı kalmak istemedikleri gibi buyruk almaya alışkın değildirler. Bağlı işlerde çalışmayı sevmezler.
Çeşitli isimlerle adlandırılan bu millet, hep kendilerini ikinci sınıf insan olarak görmüş ve beraber yaşamak zorunda kaldığı insanların yaşam şekillerine adapte oldukları gibi onların dillerini konuşmuşlardır.
Efsane olarak kabul ettiğimiz, ancak bazı kitaplarda Hz. ıbrahim’in ateşe atılma efsanesinde de çingenelerin ismi geçmekte. Ateşin alazları gökteki kuşları bile yakarken, onu ateşe atmak hayli zorlaştığından ıbrahim’in kendi kendini atması için bir hareketin sergilenmesi gerektiği söylenir.
Rivayet edildiğine göre cin-gan adında bacı kardeş bulunur. Bunlar sefil, perişan ve yoksul oldukları için Nemrut’un askerleri baskısıyla Hz. ıbrahim’in mancınığı altında cima( zina) yaptırılırlar. Anlatılara göre cima yapan bu iki kardeşten doğan nesle, “çingane-cingan, cingen” oldukları söylenmekte ise de; böyle bir şeyi insanın mantığı almıyor. Efsane de olsa insanı rahatsız ediyor. Böyle bir efsane sadece onların varlığının delili olarak gösterilmesi Allah katında da kabullenir bir olay değildir.
Çünkü Çingane bizim yöremizden çok batıda ve Avrupa’da kullanılır. Burada bu ismin izine rastlanmadığına göre böyle bir efsane de olsa kabullenmek mümkün değil. Hz. ıbrahim ateşe atılmasında böyle bir olay yaşandığına dair yeterince kaynağa rastlanmadığı gibi hurafelere inanmaktan başka bir şey değildir. Bu kurmaca olaylar insanları hakir görmekten başka bir şey değildir.
ıslam inancını kabul etmeyen bu topluluğa Müslümanlar çok iyi gözle bakmazlar. Bu nedenledir ki ıslam inancına göre kim bir çingene yada Karaçi olsun zinada bulunursa ayağının altına bir kiremit (tuğla) koyacak ve bu tuğla eriyene kadar yıkanması gerektiği söylenir. Yoksa o gusül ve boy abdesti ile helal olmaz, cenabetliği devam eder.
Öğretmenliğim sırasında çalıştığım bir yerde kendilerini gizlemesine rağmen Karaçi olduğu öğrendiğimiz çocuklar kendi aralarında ayrı bir dil kullanırlardı. Yakın zamana kadar kimlikleri olmadığından ilkokulu okuma şansları dahi yoktu. Ancak son dönemlerde üniversiteyi bitirenlere dahi rastlanmaktadır.
Bunu anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün okulumuza yeni gelen batıdan bir bayan. Çocukların babalarının mesleğini sormuş. Bir çocuk davulcu, biri de dişçi olduğunu söylemiş. Hoca hanımda öğretmenler odasına geldi. “Arkadaşlar” dedi “Benim sınıfımda babası müzisyen ve dişçi olan çocuklar var, ancak çok kirlidirler. Çocuklar banyo nedir bilmiyorlar, Saçları tarak görmediği gibi saç tıraşı yapmıyorlar” deyince biz hafifte olsa gülmeye başladık. Ama bu gülmemizin sebebini çok geçmeden hoca hanıma açıkladık.
Hoca hanım ilk kez Karaçi ismini duyuyordu. “Siz ona çingene de diyebilirsiniz” dedik. Dolaysıyla karaçilerin temizliği önemsemediklerini bilmemiz de yarar var. Ancak zamanla onların okula geldikleri zaman bunun bir alışkanlık etmelerini sağladık. Hepsi cebinde sabun taşır, diş fırçası bulundururlardı. Hal pazarı gibi sebze meyve hırsızlıklarını da büyük ölçüde terk ettiler.
Karaçiler özellikle Kürtlerle beraber yaşayan bir millettir. Kendilerine has bir dilleri olmasına rağmen ikinci dilleri Kürtçe’dir. Okul okumadıkları için yakın tarihe kadar Türkçe bilmezlerdi. şimdi Türkçe konuştukları gibi iş güç sahibi olmuşlardır. Yine de dayanışma düşünceleri yoktur, aralarında daima kaos ve düzensizlik etkindir.