Ömer Elçi
20 Mayıs 2009
“Geliyorum “derken ürkekti…
Otobüste gözleri sıkça dağlara, esintiyle beraber dans eden ağaçlara, mavilikte pamuklaşmış bulutlara takılırken yılları düşündü…
Kendisiyle barışıklığı, küslüğü, yıllarda yaşarken saçlar ağarmaya, alındaki çizgiler daha da derinleşmeye başlasa da gülümserdi hep çocukluğuna. İlk görenler asık suratlı, asabi diye düşünseler de yaşama delice bağlılığını, korumacılığını örülü duvarını yıkabilenler bilirdi, Örmüştü duvarını sevgiyi, aşkı, sözelleştirenlere…
Varlığının içinde defalarca kendini boğduğunu, kendini duygusuzlaştırdığını en iyi kendisi bilirdi. Gülümsedi başını her zamanki alışkanlıkla sağ tarafına büktürtürken, yüreğindeki gülümsemeyi kimseye göstermeden…
*
Merhaba…
Hoş geldiniz…
Bakıştılar saniyelerde, yıllar geçmişteydi, erkek “yaşlandığımı söylemesen de çizgilerimi en iyi ben bilirim” diye sessizce düşünürken gülümsedi…
Gözbebeklerinin derinliklerinde var olup olmadığını öğrenemedi hal hatır sorma ve sonrası dakikalarda. Geçmiş zamanda söz verdiği çay içmek sözü geldiği yol bir anda erkeği geri çağırmaya başlamıştı. Kendine sorduğu soruların ve kendisince verdiği yanıtların yanıtsızlığı bir anda “dönmem gerek” dedirtirken kendi kendini yiyip bitirmekteydi
Duygu gelgitleri erkeğin ve kadının gözbebeklerindeyken yürüdüler yan yana, kesik konuşmalarından kendileri de etkilenerek…
Kesik, kırık gülümsedi kadın; kesik, kırık gülümsedi erkek yürürken…
Düşlerdeki olup olmadıklarını her ikisi de sorgulamaya başladı güneş akşamın gülkuruluğuna ilerlerken…
*
Oturdular şehrin herhangi bir yerinde sakince çay içebilecekleri bir yere.Dağların ardına saklanırken cümleler, erkek gülümseyerek ” Çay?, çay sözüm olduğu için çay dedim ama içmek istediğin başka şey varsa”
“ Çay”…
“söz vermiştim çay içmeye ve geldim işte” dedi yeniden erkek.
…………
“Suskunluğun, suskunluğumu oluşturur” diyemedi erkek, suskunluğu bölmek için “Diktiğim çiçekleri görmek ister misin” diyerek kaydettiği resimleri açtı.
”Güzel “
Suskunluğu bozmak için “Ömer Seyfettin’in eskici öyküsünü okudun mu?” dedi. Kadın “anımsamıyorum” deyince birkaç cümleyle özetlemeye çabalamasına rağmen; kadının gülümsemesi yine kırık, kesik gibi geldi erkeğe. Her hangi bir şarkının melodileri yayılırken hoparlörden erkek kendi içinden ise “anlamazdın, anlamazdın” ı mırıldanırken duvar örülüşünü hızlandırmaya başlamıştı her ikisinin de anlamadığı oluşumla erkekte ve kadında…
Kadının, “Düşlerim dünde kaldı. Yelken açıp gitmek istediğim deniz yok artık. Deniz kenarında çok seyrettim martıların takip ettiği gemileri” diyememenin sessiz çığlığını çay getiren garsonda duymadı; hep gözlerine bakan adam da…
İçsellik, dışsallığı esirleşmişti anlaşılmazca; gün gülkuruluğuna ilerlerken kadında ve erkekte…
*
Düş ovaları yıllarda derin uçurumlara dönüşmeye başlamıştı.Kaderin kadersizliği her ikisi içinde çırılçıplaklaşmıştı.Şansızlıktı uzun yıl aralıklarında dünyadaki ilk yaşam çığlıkları…
Farklılıkları bildikleri halde nice günler, geceler de, düşlerde belki de el ele yürümüşlerdi. Düşlerinden her ikisi de utanç duymamıştı, prangalaşmamışlardı düşüncelerini ama kesikleşiyordu konuşmalar anlaşılmazca…
Bilinmezliğe ilerlerken zaman, kadının ve erkeğin tebessümleri eridi çay bardaklarında…
Gitmeliyim…
Hemen dönmek için mi geldiniz?
Gülümsedi adam içinden “iz” dedi, gülümsemeye çaba harcadı kırık gülümsemeli kadın.“Kaderin kadersizliği” diyemediler veya deseler bile o an hiçbir şey diyememelerine de belki kırıkça gülümsediler yine…
*
Yürüdüler gün gülkuruluğunda diğer insanlar gibi bir daha karşılaşıp karşılaşmayacaklarını bilemeden.
Gülümsediler…
Gülümsedi kırıkça kadın, gülümsedi yüreğinde boynunu büken adam.
El sıkışıp ayrı yönlere yürümeye başlarken “Çay içtik” dedi kadın kesik gülümseyerek; “çay içtik“ dedi erkek kendi kendine kırık gülümseyerek…
Kesik ve kırık tebessümler gülkurusu akşama mahkûmlaşırken zamanın zamansızlığında erkek bindiği araçta günbatımıyla beraber uzaklardaki ışıkları seyrederken yıllar sonra beyninde ilk kez şiir yazmaya başladı.“Hangimiz deniz, hangimiz kum,/Hangimiz yağmur bulutu, hangimiz çöl/Hangimiz gece, hangimiz gün oldu./Ne sen anladın, ne de ben.”