Mahmut Çepoğlu
23 Ocak 2007
Yahudiliğin son dönemlerinde; savaşlar ve göçler onları dağıtma ve yok olma korkusu ile karşı karşıya getirdi. Böyle bir zamanda; “Mesih” düşüncesi etrafında toplanırken, mabetler de bir ticarethaneye dönüştürülmüştü. Havralar katmanlara ayrılmış, evrensel özelliğini yitirmiş, zenginlerin toplandığı bir kulüp konumundaydı. Din adamları kendi mensuplarına hitap edemez duruma geldiği gibi dini mekanlar dini gereklere cevap vermiyordu.
Din adına para toplamalar, tefecilerin arka bahçesi durumundaydı. Sömürülen insanlar, günah çıkarma adına aldatılan insanlar, kimin ne yaptığı belirsiz bir dönemdi. ınsanlar şaşkınlıklarını sürdürürken, yeniden toparlanma ve yanlışlardan arınma gibi bir dönüşüm içersine girip başarı elde etmeye çalıştılar ama nafile…
O günden bu güne geliyorum. Camilerimizde dini kimlikleri altında; tarikat, cemaat, vakıf, dernek adıyla bölünmüş. Herkes kendine yakın bir camiye yönelmekte. Oysa tüm camiler bütün Müslümanların dini gereklerini yerine getirdiği yerlerdir.
Cuma günü camilerimizde para toplanmalarla bir nevi muhtaç duruma düşürüldüğünü gördükçe üzülüyorum. Diyeceksiniz ki “devlet yardım yapmıyor, biz ne yapalım.” Peki hiçbir gün bu paraların akıbetini sorma gibi bir hakkımız yok zaten. Ama hepimizin soracağı bir soru; Diyanet işleri neden vardır? Her ne kadar diyanet işlerinin varlığı laiklik ilkelerine ters ise de, eminim bu kurum olmasaydı şimdi camilerin hali nice olurdu bilinmez.
Her bir cami kendine bir akar bulmuş. Bu akar nerede nasıl kullanılıyor? Kimse bu güne kadar yöneticilere hesap sorma gibi bir şansı yok. En kolay kurtuluş yolu. “Biz Allah için çalışıyoruz. Kime niçin, neden hesap vereceğiz? Her şey ortada söylemleri” seni üstelik zor duruma koymakta.
Ayrıca hep birilerinden beklediğimiz eksik olan ve yapılmasını istediğimiz, halkın sağlığını yakından ilgilendiren konular, makine ve cihazların temini, dahası eğitime yardımcı olma, çevre ve aile ilişkilerini düzeltme anlamında önerileler de bulunulmalıdır. Cuma hutbeleri ağırlıklı bu yönde olması toplumun yararınadır. Geçen gün bir gazetede “Müftülükten eğitime yüzde yüz destek” manşetten haberini okuyunca doğrusu bir eğitimci olarak beni fazlasıyla sevindirdi. Demek ki din, eğitim ve sağlık içselleşmesi bir zarurettir.
Hep şikayet ettiğimiz konularda “neden cami cemaati bir çalışma yapmaz? Halkın yararına hizmetler dile getirilmez.” Bu hizmet din için olduğu kadar eğitim için de olmalı, sağlık içinde. Halkımız bir türlü bu kurumları görmezden gelinir. Çünkü imamlar, vaizler böyle konularda halkın katkı yapması için hiç talepte bulunmaz. Oysa yaşam bir bütündür din kadar sağlık, sağlık kadar eğitim de bize lazımlıdır.
Mesela hastane için alınacak bir alet ve cihaz için hiçbir uğraş verilmez. Hastanelerimizde camiler kadar yardıma muhtaçtır. Eğer yardımlar olmasaydı bu günkü devlet hastanemiz kim bilir ne zaman hastane olurdu. şimdiye kadar bir okulun inşaatına yardım için bir camiden yardım toplandığına rastlanmamıştır.
Oysa kuran kurslarına giden çocuklar yine okuldan geçerek oraya gelebiliyorlar. Cami yardımları için kim olduğu belli olmayan nice insan çeşitli esnafın çoğunlukta olduğu yerlerde yardım topluyorlar. Makbuzsuz, belgesiz, gel de bunlara inan ve güven. Herhangi bir şikayet olmadığı için kimsenin yapacağı bir şey de yok.
Yüzdedoksan dokuzu Müslüman ve camiden yolu geçen insanlarsak, caminin tüm devlet kurumlarıyla ilişkili olması gerekliliğine inanmalıyız. Camiyi toplumsal hayatımızdan olduğu kadar sosyal konulardan uzak tutmamız mümkün değildir.
ıslam dininin tortulardan, örf ve adetlerden, geleneklerden temizlenip ıslam dininin kolaylaştırıcı ve kucaklaştırıcı yönü anlatılması, yardım severlik içinde yalnız cami ve kuran kurslarına değil insanlığın hizmetine her kuruma yardım toplanılmalıdır. Ayrıca camilerdeki o dilenci furyası yok edilmelidir. Camiiler de verilen hutbe ve söylemlerin daha içtenlikle ve tatlı bir üslupla anlatılması toplumsal kaynaşmayı daha da sağlayacağına inanıyorum. Hani “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” ya!..