Mahmut Çepoğlu
28 Şubat 2007
Uzun zaman önce teneke minareler hakkında bir yazı yazdım. Bunların camilere yakışmadığını, bu teneke minarelerin ıslam’a özgü mimari ile alay etmek olduğunu yazıp söylememize rağmen hala kullanılmaya devam ediyor. Toplumsal tepkinmeleri gören, duyan, ıslam mimarisine yakışmayan yapıların “cami” diye halka sunulduğunu gören Diyanet işleri de genelgelerle bu işi engelleme çabasında. Bu ucubalere karşı toplumsal tepkimizi koymamıza rağmen bu teneke minareler gittikçe çoğalmakta. Köy yerindeki mescitlerde, petrol istasyonundaki uyduruk mescit minareleri yetmedi, şimdi şehrin merkezinde görülmeye başladı. Müftülüğün bu olaya el atması gerektiğini, elindeki potansiyeli bir şekilde kullanarak, gerekli tahsisatlar içinde girişimlerde bulunarak taş mimariye dönüştürmesi uğraşını vermelidir. Diyanet ve vakıfları olduğu kadar halka da sorumluluk yüklenmelidir. Bir bina için projeler çizilirken gösterilen hassasiyet bir caminin yapımında da ondan kalır bir yanı olmamalıdır. Yapılmış olan teneke minareleri kaldırtıp gerek köyde, gerek şehirde taş minarelerin orjinalı örnek alınarak yapılmasına, cami cemaatini hareketlendirmesi gerektiğine de inanıyorum. Minare nasıl doğdu, nasıl bu şekli aldı? Kısaca tarihi geçmişine analiz ederek, ıslam toplumuyla özdeşmiş bu yapıya gereken önemi vermemiz gerektiğine inanıyorum. Cami ve mescitlerin yanında sivrilip uzanan yapıya “minare”, minarenin üstünde müezzinin dönüp ezan okuduğu yere de “şerefe” diyoruz. Gerçi artık kimse minarelerin üzerine çıkmıyor ama, ıslam mimarisinin bir özelliği olarak camilerle birlikte kendi yerini korunmaktadır. Ezanın ilk okunuşu hepiniz biliyorsunuz ki Bilal i Habeşi yüksek bir yere çıkarak ezanın duyulmasını sağlamış. Daha sonraları camilerin üstüne olduğu gibi etrafında çeşitli yükseklikler yapılarak üzerine çıkılarak ezan okunmaya devam etmiş. ıslam’ın Hıristiyanlardan elde ettiği kiliseleri camiye çevirerek çan kulelerini ezan yeri olarak kullanmaya başladılar. Çan kulelerinin dört köşe ve kapalı olmasından dolayı müezzinin görünür bir şekilde ve sesinin daha uzaklara yayılması engelleniyordu. Bu nedenle de şerefe kısmı oluşturuldu. Ayrıca tüm yapılardan yüksek olma fikri uygunluk kazandı. Camiyle bütünleştirilmesi fikri hayli ilgi görmüş olacak ki, minare bir bütünün parçası oldu. Gözlendiği ve incelendiği kadarıyla minarenin örnek alındığı ilk yapıların ıslamiyet’le bir alakası yok. Ancak öyle değişime uğraması ve yeni bir şekil alması onun ıslam mimarisiyle özdeşmesine neden oldu. Çok tanrılı dönemlerden kalma bir yapı olduğu gibi havra ve kiliselerin de yükselen bir uzantısıdır. ıslam mimarisiyle özdeşmesi ve bu şekli alması Osmanlı dönemlerinde olmuştur. Bu minare şekli Osmanlılardan başka hiçbir millet, Müslüman da olsa kullanmamıştır. Herkes kendi mimari yapısına uygun minareye bir şekil vermiştir. Camilerin diğer dinlerin tapınaklarından farklı olarak minare şekli geliştirilmiş olmanın tadına varmak lazım. Biz minareleri kendine süngüler değil, inançları uğruna saygı gösterdikleri ibadethanelerden bir parça olduğunu onun için gereken önemi verilmesini istiyoruz. Ancak öteden beri Yahudi ve Hıristiyanlara ait yapılar camiye dönüştürülürken zangoçların çıkıp çanı çaldıkları yerler minare olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Aslında bu kısa ve içinde bir insanın durabilecek kadar olan yapının ıslam mimarisi ile bir alakası olmamasına rağmen hala kullanılmakta. Dini vecibelerimizi ifa ettiğimiz bu yerlere ne kadar ilgi gösteriyor, onları ne kadar koruyor, onların temizliğiyle kim nasıl ne kadar yakından ilgileniyor? Gibi sorular, yapısı, çevre düzenlemesi, restorasyonu kadar elbette bizleri fazlasıyla düşündürmekte. Temizlik üzerinde de önemle durmak istediğimiz konular ve sorunlardır. Cami ve din görevlileri toplumumuzda büyük önem taşımaktadır. Ancak din görevlilerinin camilere ilgisizliği çoğunun, din görevliliği dışında başka işlerle uğraş vermekte olması, camideki görev “adet yerini bulsun” diye yapıldığı imajı ortaya çıkıyor. Hatta toplumumuzda öyle bir kanı hakim ki “şu imamlara para verilmese camiye gidip ibadet yapmayacakları” söylentisi de yaygındır. Cami içinde olduğu kadar, cami dışında da imamlığa layık tavırlar sergilemeli ve “yarım imam insanı dinden eder” sözünün yanlışlığını ve bir iftira olduğunu sergilemelidirler.