Mehmet Sarmış
14 Ağustos 2021
Önceden kendime çizdiğim programa göre mahalleyi çevreleyen yollardan yürüyeceğim. Ara sokaklara da girip girip çıkacağım.
İlk olarak okulun hemen batısındaki sokağa girdik. Mahalleyi kuzeyden güneye doğru bölen bu sokağın eski adı Şehit Nusret imiş, şimdi ise 1351. Sokak. Az ileride sağda eski bir Urfa evinden dönüştürülen Arslan Konukevi var. Turistlere de hitap ettiği için İngilizcesi de yazılmış: “Aslan Guest House”. İyi ki “Aslan” yerine “Lion” yazmamışlar. Kapıdaki hanım kızdan müsaade alıp içeriden birkaç fotoğraf çektik. Orta büyüklükte, klasik, güzel bir Urfa evi.
Bunun biraz daha ilerisinde solda başka biri daha: “Sultan Bey Konukevi”. Buranın bizim için bir hatırası var. Bir buçuk yıl önce büyük oğlum Cuma’nın “teşekkür”ü burada olmuştu. Onun için burada daha fazla oyalandık. O zaman kıştı ve gece idi, şimdi yaz ve gündüz. Daha bir güzel göründü gözüme. Ortasında bir havuzun yer aldığı güzel bir avlu, bu avlunun etrafında çeşitli odalar ve evin müştemilatı, nar, ceviz, limon ağaçları ve duvar diplerinde sarmaşıklar… Soldan bir merdivenle çıkılan dam ise yaz programları için özel olarak düzenlenmiş. Yerde halılar, kenarda minderler ve üstte boydan boya ahşap iskele. Birer bardak su içtikten sonra teşekkür edip oradan da ayrıldık.
Eski Urfa evlerinin bu şekilde değerlendirilmesi hoşuma gidiyor. Fakat sık sık aklıma o evin inşa ediliş amacı, o evi inşa edenler, o evde oturanlar geliyor. Hayatı tekrar tekrar sorguluyorum. Zihnim geçmiş, bugün ve gelecek arasında gidip geliyor. Gidenler gitti. Şimdi biz yaşıyoruz. Yarın biz de olmayacağız. O zaman buralar nasıl olacak? Dünya nasıl olacak? Geleceğin insanları nasıl yaşayacak? Eskiden geçmişe daha çok meraklıydım. Şimdi de aynı merakım sürüyor. Fakat son zamanlarda geleceği de merak etmeye başladım. Bazen 50, 100, 500 sene sonrasını göremeyeceğim diye bayağı bayağı üzüldüğümü hissediyorum. Sonra, ölünce bunları düşünmek zorunda olmayacağım diye teselli ediyorum kendimi. Zaten ölüm en büyük tesellim. Beni dertlendiren ne varsa hepsi ölümle beraber geride kalacak. Nitekim şu güzelim evleri yapıp da ölenlerin ne kadarı “Acaba bizden sonra evimiz nasıl oldu?” diye düşünüp üzülüyor ki?
Erdem’i düşünüyorum. Onun hayatı nasıl olacak acaba? O da böyle şeyler düşünüyor mu? Onunla, onun abileri ve ablaları ile bu mevzuları çok konuştum daha önce. Yine geldi aklıma, sordum: “Nasıl memnun musun?” “Sıkıntı yok.” dedi bir kere daha. Zaten sıkıldığını gösteren bir emare de yok. Ama memnuniyetini gösteren bir coşku da yok. Fakat ben, onun benimle olmasından memnunum. Arada bir boynuna sarılıp saçlarını okşuyorum.
Yolun ortasından Şekerci Sokağa geri döndük. Kalan kısmına da güneyden girmeyi düşünüyorum.
Bu sefer Şekerci Sokağı kuzeye doğru yürüdük. Yolun bitiminde, güneydeki 1352. Sokağa girdik. Burası da kuzeyden güneye kadar mahalleyi bölüp Bıçakçı Mahallesine ulaşıyor. Az biraz ilerlemiştik ki bir köşenin başında oynamakta olan kızlı erkekli bir çocuk grubuna rast geldik. Tam sekiz çocuk bir arada. Aslında Urfa için normal olması gereken bu sayı, çok tenha olan Eski Urfa için oldukça kalabalık sayılır. Fotoğraf çektiğimizi görünce başımıza toplanıp sorular sormaya başladılar. Kendimi tanıtıp yaptığım işi anlatınca daha bir ilgilerini çekti. Ayrıldıktan saniyeler sonrasında da arkamızdan seslenip “Sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?” diye seslendiler. Memnuniyetle kabul ettim. Geri dönüp de poz vermeye hazırlanırken ikinci katın penceresinden orta yaşlı bir kadın “Merhaba hocam” diyerek konuşma arzusunu belli etti. O çocuklardan üçünün anneleri imiş. Anladım ki, çocuklar benim yazar olduğumu söyleyince o “yazar” ile fotoğraf çektirme fikrini anneleri vermiş. “İstanbul’da yaşıyoruz, buraya tatile geldik” dedi laf arasında. Hani o büyük şehir görmüş de eski küçük şehrini ziyarete gelenlerin takındığı eda vardır ya, öyle… Sadece kendi çocukları ile özel olarak fotoğraf çektirmemizi de özellikle rica etti.
Urfa’dan İstanbul’a ve diğer şehirlere giden yüzbinlerce Urfalı’dan birileri de bunlar diye düşündüm. Kopamıyorlar memleketlerinden. Ta ki buradaki birinci dereceden yakınları ölünceye kadar. Sonra bağlar gittikçe gevşeyecek ve bir yerden kopacak. Onların, özellikle oralarda doğan çocukları, kendilerini yaşadıkları şehre nispet edecekler. Çoğu için Urfa, ebeveynlerinin memleketi olarak kalacak ve sonra sonra tamamen unutulacak. Bu konuyla ilgili olarak geçenlerde yazdığım bir yazı geldi aklıma. Buraya da almak istiyorum:
“URFA’DAN GİDENLER
Her birinin kendince bir sebebi var.
Kimi işinin gereği olarak mecburen gidiyor.
Kimi kendi iradesiyle işini taşıyor.
Kimi çocuklarının peşinden gidiyor.
Kimi, burada yaşayamadığı hayatı yaşamak için gidiyor.
Kimi Urfa’nın yaşanmaz hale geldiğini düşünerek terk ediyor.
Kimi kan davasından, kimi aldığı tehditlerden dolayı kaçıyor.
Velhasıl herkesin bir gerekçesi var.
Çoğu gidiyor ama gönlü burada. Her fırsatta koşup geliyor. Arıyor, soruyor, sosyal medyadan takip ediyor. Urfa’yı dert etmeye devam ediyor.
Kimi olabildiği kadar Urfa’yı da gittiği yere götürüyor, oralarda Urfalılığını yaşamanın mücadelesini veriyor.
Ben, gittiği için hiç kimseye kızmıyorum, dahası onları anlamaya çalışıyorum.
Fakat her gidenle beraber bir kere daha hüzün çöküyor içime, üzülüyorum.
Bu kadim, bu büyük, bu güzel şehri, devasa sorunları ile başbaşa bırakıyorlar.
Gerçi kalanların ne kadarı bu sorunların çözümü için uğraşıyor ki? Biliyorum, bunların bir kısmı bizzat kendileri sorun, hatta sorunların kaynağı.
Yine de Urfa, uğruna mücadele edilmeyi hak eden bir şehir.
Gidenlere ve gitmeyi düşünenlere bir sorum var: Urfa’nızı kime bırakıyorsunuz?”
Benim Urfa için söylediğim şeyleri hemen hemen bütün Anadolu şehirleri yaşıyor. Aslında bütün dünyada yaşanıyor. İnsanlar eskiden köyden şehre bile zor gelirken, şimdi şehirler arası çok sıradanlaşmış, ülkeler arası bile normalleşiyor. Artık uzayda yaşamaktan söz ediliyor. Dünya değişimini sürdürüyor. Buna bağlı olarak insan da değişiyor, insanlık da… Biz, bizden öncekilerden farklı bir hayatı yaşıyoruz. Bizden sonrakiler bizden çok daha farklı bir hayatı yaşayacaklar. Peki, Eski Urfa ne olacak? Erdem ne olacak? Her baba gibi çocuklarımın üzerine çırpınıyorum. Hayatta iken elimden geleni yapıyorum ama ya benden sonra? Bu sefer çabuk toparladım kendimi. Baktım geçmişle gelecek arasında gidiş gelişler uzun sürecek, ikisini de bırakıp bugüne döndüm.
Çocuklara teşekkürle beraber veda edip ayrıldık. O arada bulunduğumuz yerin hemen üstündeki yolu tanıdığımı fark etmiştim. Eski adı “Nakışlı Hanım Tetirbesi” imiş. Ne güzel! Kim bilir nerden geliyor? Burada nakış yapan bir hanım mı oturuyormuş? Yoksa nakışlı elbiseler mi giyiyormuş? Ya da yüzünde nakışlar mı varmış? Herhalde çok dar olduğu için tetirbe demişler. Sonra sokağın adı “Güzel Sokak” olmuş. Şimdi 1353. Sokak. Ancak Urfa’da görülebilecek bir yol. En fazla bir buçuk metre eninde, dar bile değil, incecik. Batıya doğru yokuş yukarı çıkıyor. Daha üniversite öğrencisi iken en küçük ablam, bu sokağın başında sağ taraftaki bir eve gelin gelmişti. (Benden iki yaş büyük olan Emine Ablam, şimdi şu satırları yazarken maalesef yakalandığı korona dolayısıyla hastanede yoğun bakımda yatıyor. Hepimiz endişe içinde hayırlı bir netice bekliyoruz.) O an fark ettim ki, yıllarca gelip gittiğim halde onların evinden öteye geçmemişim. İnsan hiç mi devamını merak etmez? Etmemişim. Bu sefer ettim ve yukarıya doğru yürüdük. Erdem’e bu durumdan söz ettim, gülüştük. Sokak bir üstteki “Geniş Sokak”a çıkıyor. Herhalde bu daracık sokağa nispetle oraya “Geniş Sokak” demişler. Yoksa o da pek geniş sayılmaz. Çıktık ve gerisin geriye döndük.
Yeniden Şekerci Sokak. Oradan sağdaki Bidik Meydanı… Meydandaki bakkaldan birer şişe su aldıktan sonra da güneybatısındaki Burak Sokak’a, yeniden mahallenin içine yöneldik. Batıda Büyük Yol’a çıkan “Mevlayıların Kabaltısına uzaktan bakıp yeniden güneye doğru uzanan Geniş Sokağa girdik. Sağımız Yeni Mahalle, solumuz Cami-i Kebir. Solda Nakışlı Hanım Tetirbesi’nin üst önünden geçtik. Biraz doğuya dönüp sonra dümdüz güneye doğru ilerlemeye başladık. Ortalıkta pek kimse yok. Biz de fazla konuşmadan yürüyoruz. Sokak yenileştirme çalışmaları henüz buralara ulaşmamış. Her taraf uzun yılların izlerini taşıyor. Eski, yorgun, yıpranmış. Urfa taşının hafif sarımtırak tatlı rengi buralarda griye dönüşmüş. Aralardaki betonarme kısımlar da henüz boyanmamış. Çıplak briket duvarlar, dökülen sıvalar… Hüzün veriyor. Umarım o yenileştirme çalışmaları kısa zamanda buralara da ulaşır.
Nihayet Geniş Sokak bitti, batıdan doğuya uzanan Rastgeldi Sokağa çıktık. Karşımız Bıçakçı Mahallesi. Doğuya döndük. Bu taraflarda yenileştirme çalışmaları bir hayli ilerlemiş. Duvarlar Urfa taşının tatlı rengiyle aydınlık gülümsüyor.
1352. Sokağa girip kuzeye yöneldik. Az önce önünde çocuklarla fotoğraf çektirdiğimiz yere kadar ilerleyip Rastgeldi Sokak’a geri döndük. Sonra 1351. Sokağa, yani eski adıyla Şehit Nusret Sokağına girip tekrar kuzeye yöneldik. Burada aradığımız iki yer karşı karşıya.
İlki sol tarafta yer alan “Çirkinlerin Kabaltısı”. Bulunduğu sokaktan dolayı “Şehit Nusret Sokağı Kabaltısı” diyenler de var. Küçük, basık ve bu yüzden altı biraz karanlık. Diğer bütün kabaltılarla aynı özelliklere sahip. Yani Osmanlı dönemine ait. İnşa tarihi bilinmiyor. Kesme taş ve moloz taştan olup üzeri beşik tonozla örtülü. Doğu batı yönünde uzanıyor. Batısında bir tetirbe, tetirbenin içinde dört evin kapısı bulunuyor. Bu evlerden biri, kabaltının üzerinde ve dış cephesi çok güzel görünüyor. Doğuya bakan cephesinde sivri kemerli üç pencere var. Pencereleri içine alan cephe, süslü bir şeritle çevrili. Batı cephesinde ise demircağlı bir pencere mevcut. Diğer bütün kabaltılar gibi bu da sapasağlam, Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek iç kısmı ışıklandırılmış.
Kabaltının hemen karşısında yolun doğusunda ise başka önemli bir yapı var. Eskiden “Ermeni Katolik Kilisesi” imiş. Belki de şapel, yani küçük kilise. Ermenilerin Urfa’dan ayrılmasından sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Şehit Nusret İlkokulu olarak hizmet vermeye başlamış. Okulun 1950’lerin başında şimdiki yerine taşınmasından sonra da ev olarak kullanılmaya başlanmış. Okul için küçük, ev için büyük olan binanın eski bir fotoğrafını görmüştüm. Şimdiki halini de görmek istedim ama kapısı sıkı sıkıya kapalı olduğu için mümkün olmadı.
Sonu Şehit Nusret İmam Hatip Ortaokuluna çıkan sokakta, yukarıdan girdiğimiz Sultan Bey Konukevine kadar ilerledikten sonra geriye döndük. Buralarda cephe yenileme çalışmaları bitmiş. Her taraf temiz, aydınlık ve çok güzel. Çok da tenha.
Rastgeldi Sokak’tan doğuya doğru biraz daha ilerleyip solda kuzeye doğru üçüncü bir sokağa daha girdik: 1350. Sokak. Burası uzunca bir tetirbe. Burada bir başka kabaltı var: “Rastgeldilerin Kabaltısı”… Kuzey-güney yönünde inşa edilmiş olup bütün özellikleri diğerleri ile aynı. Üzerindeki evin her iki yönünde demircağlı ikişer penceresi var. Gerisindeki tetirbede de ondan fazla evin kapısı bulunuyor. Girişte beklemekte olan sepetli motorun sahibi çok anlayışlı davranıp motorunu biraz geriye çekti. Zaten onun dışında da ortalıkta kimseler yoktu. Orada olduğumuz süre içinde tetirbedeki kapıların hiçbiri açılmadı, büyük küçük hiçbir Allah’ın kulu görünmedi.
Aslında imkânım olsa bu evlerin hiç olmazsa bazılarına girmek, oralarda yaşayanlarla sohbet etmek, yaşayışları hakkında bilgi almak, mahallenin dünü, bugünü ve yarınları hakkındaki düşüncelerini dinlemek isterdim. Son zamanlarda aklımda böyle bir düşünce belirmeye başladı. Planladığım bütün mahalleleri bu şekilde dolaşıp yazdıktan sonra yeni bir çalışmaya girişmek. Bu sefer her mahallede ayrı ayrı olmak üzere, oraları tanıyan ve oralarda yaşayanlardan bazıları ile, özellikle de yaşlılarla sohbet etmek ve kayıt altına almak… Bakalım…