Mehmet Sarmış
8 Ağustos 2021
Önce biraz okula adını veren Şehit Nusret’ten söz etmek istiyorum.
Mehmet Nusret Bey, 1875 yılında Preveze’de doğdu. 1899’da Mülkiye’den mezun oldu. Değişik yerlerde kaymakamlık yaptı. Bayburt kaymakamlığı sırasında Birinci Dünya Savaşı çıktı. Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan bir kısım Ermeniler, Ruslara güvenerek bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla ayaklandılar ve bölgenin Müslüman halkına karşı katliamlara başladılar. Devlet buna karşılık 1 Haziran 1915’te ünlü “Tehcir Kanunu”nu çıkardı. Buna göre Ermeniler, güvenlik açısından tehlike teşkil etmeyecek şekilde, henüz savaşın olmadığı Suriye taraflarına gönderilecekti.
Nusret Bey de buna dayanarak kendi bölgesindeki Ermenilerin Erzincan’a sevkini sağladı.
1917’de Urfa Mutasarrıflığına tayin edildi. Bu görevde iken 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Kısa bir süre sonra da İngilizler Urfa’yı işgal ettiler.
İşgal edilen her yerde olduğu gibi Urfa’da da direniş hazırlıkları ve “Müdafaa-i Hukuk” teşkilatının kurulması çalışmaları başladı. Bu çalışmalarda Nusret Bey’in de büyük emeği vardır. İngiliz işgalcilere karşı da büyük bir dirayet ve cesaret örneği sergilemiştir.
İngiliz işgal komutanını kapıda karşılamamış, odasına girince de koltuğunu ona devretmemiştir. Buna sinirlenen komutana verdiği cevap da tokat gibidir:
“Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik’te karşılardım.” (Müslüm C. Akalın, “Urfa Mutasarrıfı Şehit Nusret Bey’in Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbindeki Savunması”, Genişletilmiş 2. Baskı, Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) Yayınları, Ankara, 2011, sf.10)
Nusret Bey, İngilizlerin Dâhiliye Nazırı’na şikâyeti üzerine 6 Nisan 1919 tarihinde görevinden azledildi. Kısa bir süre sonra da kaymakam olarak görev yaptığı Bayburt ve Ergani tehcirleri sırasında Ermenilere karşı cinayet ve yağma ile suçlanarak tutuklandı. Uzun bir yargılamanın ardından idam cezasına çarptırıldı ve 5 Ağustos 1920’de İstanbul Beyazıt Meydanında cezası infaz edildi.
Temyiz Heyeti, 10 Ocak 1921 tarihli kararında Nusret Bey’e yönelik suçlamaları yerinde bulmayarak reddetmiş, idam kararını ise yok saymıştır. TBMM de Nusret Bey’i 25 Aralık 1921 tarihinde “Millî Şehit” ilan etmiştir. TBMM, ayrıca ailesine 1000 kuruş maaş bağlamış ve emlak yardımı yapmıştır.
Nusret Bey, Urfa’da görev yaptığı sırada, şehircilik açısından güzel hizmetlere de imza atmıştır. Şehri kuzeye doğru geliştirmek adına Köprübaşı’ndan ipek Yol’a kadar uzanan bir cadde açmış, refüjünü çiçeklerle donatmış ve Çanakkale zaferindeki rolünden dolayı bu caddeye Mustafa Kemal Paşa Caddesi adı vermiştir. Bugünkü Atatürk Bulvarı. Caddenin ortasına ve o zamanki Vali Konağı karşısına da “Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi” adıyla bir anıt çeşme diktirmiştir. Bu cadde ve anıt çeşme, Mustafa Kemal Paşa henüz Atatürk soyadını almadan ve Cumhuriyet kurulmadan O’nun adına Türkiye’de açılan ilk cadde ve ilk anıt olması bakımından önem taşımaktadır. Anıtın dört tarafında dört çeşme ve üzerlerinde dört kitabe vardır: Bunlardan üçü Osmanlıca olup 1917 yılına aittir. Batı cephesinde “Mustafa Kemal Paşa Caddesi” doğu cephesinde “Kafkas Yolu” güney cephesinde “Hindistan Yolu” yazmaktadır. Kuzey cephesine ise Vali Kadri Eroğan tarafından 1959 yılında Latin harfleri ile “Ankara Yolu” yazılmıştır. Bu cephede ilk yapıldığında ne yazıldığı bilinmemektedir. Bu yüzden bir adı da “Yol Gösteren Çeşmesi” olan bu anıt, 1972 yılında Vali Turgut Sayın tarafından söktürülerek bugünkü Urfa-Mardin-Diyarbakır-Gaziantep yollarının kesiştiği göbeğin ortasına taşınmıştır. Buraya halen “Abide” denilmesinin sebebi de budur.
Nusret Bey, aynı yıl aynı cadde üzerine ikinci bir anıt daha diktirmiştir: “Harb-ı Umumi Şehitleri Abidesi”. Güney cephesi üst kitabesinde “Ca-yı cihade giden erlere nusret ola” (Cihada giden erlere (Allah) yardım etsin), güney cephesi alt kitabesinde “Harb-i Umumi şühedâya Fatiha” yazmaktadır. Kuzey cephesi üst kitabesinde “Bu hacer samit değil iklil-i cihad-ı ekberdir” (Bu taş sessiz değil, büyük cihan savaşının tacıdır.), kuzey cephesi alt kitabesinde ise yine “Harb-i Umumi şühedâya Fatiha” (Genel Harp-Birinci Dünya Savaşı şehitlerine Fatiha) yazmaktadır. Yazılar Hattat Ahmet Vefik Efendi (Lobut Ahmet) tarafından yazılmıştır.
Bu anıtın yeri de birkaç defa değiştirilmiş olup son olarak 2010 yılında Kültür ve Turizm Müdürlüğünün önüne, Atatürk Bulvarının ortasına dikilmiştir. Ben de birkaç yıl önce, cadde üzerinde iken kimsenin dikkatini çekmediğinden hareketle, yıkılan eski vilayet binasının yerinde açılan meydana taşınmasını teklif etmiştim. Böylece, uygun bir çevre düzenlemesi ile beraber burada yapılacak kutlama ve programlardan dolayı hem vatandaşların hem öğrencilerin daha çok dikkatini çekeceğini ve yapılış amacına hizmet edeceğini dile getirmiştim. Halen de bu görüşümü muhafaza ediyorum.
Vali Nusret Beyin, bugünkü Kültür ve Turizm Müdürlüğünün ikinci katını yaptırdığı, ayrıca bir “numune tarlası” (tarımda yeniliklerin uygulandığı tarla, çiftlik, sonradan deneme çiftliği) tesis ettiği de belirtilmektedir. (Müslüm C. Akalın, adı geçen eser, sf.39)
Bütün bu hizmetlerinden dolayı Urfalılar da Nusret Beyi unutmamıştır. Adı Akçakale ilçesinde bir köye, Atatürk Bulvarından Şehitlik Çamlık tarafına çıkan bir caddeye, Kadıoğlu Mahallesinde bir sokağa ve Cami-i Kebir Mahallesinde bir okula verilmiştir. Şu anda benim önünde durduğum okula.
Okuldan önce binasından söz etmek istiyorum. Yaklaşık 130 yıllık olan bu iki katlı güzel binanın serencamı Urfa’nın yakın tarihi için son derecede önemli.
Sultan İkinci Abdülhamit tarafından 1890’lı yıllarda Ermeni çocuklarının sanat öğrenmeleri için inşa edilmiş. Bir dönem sabunhane olarak kullanılmış. Alman Protestan misyonerler, kurdukları “Deutsche Orientmission” örgütü vasıtasıyla Almanya’nın bir köyündeki halı fabrikasını, çalışanları ile birlikte 1896 yılında Urfa’ya getirip bu binaya yerleştirmişler. Kadın, erkek yüzlerce Ermeni genci, burada kurulan halı dokuma, bez basma, iplik bükme ve boyama atölyelerinde ve marangozhanede çalışarak hem meslek öğrenmiş, hem para kazanmıştır. Bu durum 1920 yılında Ermenilerin Urfa’dan ayrılmasına kadar devam etmiş, o tarihten sonra dağıtılan fabrikanın tezgah dişlileri Tenekeci Pazarındaki tenekeci esnaf tarafından örs olarak kullanılmıştır. (“Urfa, Fotoğraflarla Evvel Zaman İçinde…”, Yayına Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Yayını, Ankara, 2011, sf. 531-533)
Bu bina bu ilk işlevinden dolayı Urfalının hafızasında “Basmahane”, Urfa ağzı ile söyleyecek olursak “Masmahana” olarak yer etmiştir.
1915 olayları sırasında isyana kalkışan Ermenilerin burada barikat kurduğu, çok sayıda Müslümanın bu yüzden şehit olduğu, bu barikatın ortadan kaldırılmasından sonra isyanın da sona erdiği söylenmektedir.
Ermenilerin ayrılmasından sonra uzun süre boş kalan bina, İkinci Dünya Savaşı sırasında askeri depo olarak kullanılmış, bir ara muhacir ailelerinin ikametine ayrılmış, daha sonra boşaltılarak Şehit Nusret İlkokuluna tahsis edilmiştir.
Şehit Nusret İlkokulu ise ilk olarak, şimdiki binanın hemen batısından başlayan eski adı “Şehit Nusret” olan 1351. Sokağın güneyinde, Rastgeldilerin Kabaltısı’nın karşısında yer alan başka bir binada eğitim öğretime başlamış, zamanla öğrenci sayısı artıp bina yetersiz kalınca 1950’lerin başında bu binaya taşınmıştır. Binanın alt katı 1990 yıllarda valilik tarafından yapılış amacına uygun olarak halı dokuma kursu ve atölyesi olarak değerlendirilmiştir.
Aralarında bir kısmını benim de tanıdığım çok önemli isimlerin okuduğu bu okul, 2014 yılında “Şehit Nusret İmam Hatip Ortaokulu”na dönüştürülmüştür.
En son geldiğim zaman okulun dış duvarları böyle değildi. Eski güvenlikçi anlayış gereği bütün okullar, hatta resmi kurumlar gibi burası da çok yüksek duvarlarla çevriliydi. Şimdi onların yerine alçak duvarlar yapılmış. Girişteki kantin odası kaldırılmış. Geniş ve kızaklı bir kapı yapılmış. Böylece okulun avlusu daha bir genişlemiş ve ferah olmuş.
Tatil ve sıcak olduğu için ortalıkta kimseler görünmüyordu. Açık kapıdan girdik. Avlunun doğusunda yukarıda söz ettiğim “Masmahana” binası, güneyinde ise sonraları ilave edilen betonarme bina var. Biz, idarecilerin olduğunu tahmin ettiğim bu ikinci bölüme doğru ilerledik. Yanılmamışım. Girişin hemen sağındaki odadan sesler geliyordu. Selam vererek girdim. İçeride iki kişi vardı. Ben tanımıyordum ama onlar beni tanıdı. Biri Müdür yardımcısı Ahmet Küçük, sosyal medyadan tanıyormuş. Diğeri misafireten gelmiş olan bir genç; o da önceki yıllarda liseli gençlere yönelik yapmış olduğum seminerlerin birinden hatırlıyormuş. Kısa bir hoşbeşten ve birer bardak su içtikten sonra tarihi binayı gezmek üzere harekete geçtik. Ahmet Bey de bize eşlik etti.
Daha önce birkaç defa görmüş olduğum binanın içi, dışı kadar güzel görünmüyor. Kullanım ihtiyacına bağlı olarak sık sık boyanmış, pvc ile bölümlere ayrılmış. Anladığım kadarıyla normal derslik olarak değil, bazı bölümleri atölye, bazı bölümleri de değişik malzemeler için depo olarak kullanılıyor. Her şeye rağmen yüksek tavanı, kemerli bölümleri ve biçimi ile tarihi bir bina olduğunu ispat ediyor. İçimden, bir gün aslına uygun bir şekilde restore edilerek hizmet vermesini diledim. Sonra güneydeki merdivenlerden bir üst katın avlusuna çıkarak kısa bir süre etrafı kolaçan ettik. Daha sonra da müsaade isteyerek ayrıldık.