Mahmut Çepoğlu
16 Mayıs 2007
Okul sıralarında öğretmenlerimiz zaman zaman bizlere sorarlardı. Büyüyünce ne olmak istersiniz? Sorusuna evden çevreden duyduğumuz sözleri, sesleri taklit ederek söylerdik. Çünkü evlerimizde rahat bir ekmek yemek için okumak gerekliliği anlatılırdı. Asker olunca bari kendi mektubunu yazsın diyenlerde vardı. Lakin ağırlıklı devlet kapısında çalışmanın rahatlığı hep dile getirilirdi. Dolaysıyla evde konuşulan meslekleri hafızamızda kaldığı kadarıyla o çocuksu hayaller içinde sıralardık.
Okuma yazmanın hiç olmadığı, göç sorununu oluşturan, doğurganlığın fazlasıyla sokaklara yansıdığı gece konduları kalabalık eden çocuklardık. Çoğumuzun babası kettum, bir çok ailenin nüfus kayıtları, kimlik cüzdanları bile yoktu. Resmi nikah nedir bilmeyen evliliklerde bir hoca iki şahitle her şey tamamlanırdı. Nüfus kayıt kağıdıyla tanışmayan aileler çoğunluktaydı.
Öğretmenin sorusuna karşı kızların çalışacağı çeşitli meslekler vardı. Ancak yetiştiğimiz bunu bilmiyordu. Bir kız çocuğu “ Ben anne olacağım” deyince sınıfta bir suskunluk bir gülüşme, bir utangaçlık dalgalandı. Aslında “büyüyünce anne olacağım” sözü, kendi yaşamına ayna tutan; ekonomik, sosyal, kültürel değerlerin tüm anlatım ve söylemlere rağmen, kendi kendini toplumsal yaşamın içine taşımasıdır. Çevresinde gördüğü herkes anneydi, çünkü. Çocukken bir bebeğe sahip olmayan çocuk başka ne desin.
Sözle ifade edilirken başı eğik gözleri yerdeydi. Verilen cevap belki size çocukça gelebilir. Hata ilk etapta şaka gibi algılanabilir. Oysa söylenen söz yaşam gerçeğinin ta kendisiydi. Ataerkil bir toplum onun uzantılarının, kanun koyucularının seslerinin yüreklere işlediği ve ulu orta örf ve adetlerin uygulandığı zamandı.
Hep saygıyla anımsarım. Mahallede yapılan evlerin aralarında kuytu bir yer bulununca, kızlara yardım eder bir ev yapar, evcilik oynardık. Serilen eski püskü çullar evin sergisi olurdu. Zar zor buluşturulan gazoz kapakları kap kacak, cam parçaları evin süsünü tamamlardı.
Doğruydu kızlar çocuk yaşta evlendirilip omzuna hayat yükü bindirildi. Anne olmanın kutsallığı ve saygınlığı yeterince bilinmiyordu. O ırgat olarak çalışacak, çalı çırpı, puş toplayacak, hamur yoğuracak, çamaşır yıkayacak ve her kadının yaptığı gibi çocuk doğuracaktı.
Sokaklara taşıyan kaynana gelin dırıltısı, karı koca kavgalarını söylemiyorum. Hepsi ama hepsi yoksulluğun bedenleri bir alev gibi yakmasındandı. Annelik duygusundan ziyade omuzlarına yüklenen görev ve sorumluluklarla birlikte ailede emeği ve yaşamıyla sömürülen bir meta durumuna düşürüldüğünü söylemek daha doğru olur sanırım.
Çocukluğumuz toz toprak, çamur içinde geçtiği o sokaklar elektrik ışıklarına hasretti. Masallar, efsaneler fantastik dünyamızın vazgeçilmez söylenceleri uzun kış gecelerinde bize uzak diyarlardan uyku getirirdi.
Heyecan dolu, korkulu… Yaşamın gerçekleri ile iç içe ama onlardan bihaber büyüyorduk. Okulda sorulan soruya cevap bile bilemiyorduk. Baba olmayı aklımızdan bile geçiremiyorduk. O kızın “ben anne olacağım” demesinin evrensel güzelliği ve kutsiyeti elbet takdire şayandı. Nedense biz yaşamın gerçeklerinden bihaber olduğumuzu geçte olsa anladık.
Okumak ve anne olmak bir birine eş değerdi. Anne olmak belki çok kolaydı ama okumanın zorluğunun adım adım sınıf sınıf farkına varıyorduk. Başara bilmek için yalnız okul sıraları yetmiyordu. Hayatın her alanında her kurumu değerlendirmek gerekirdi. Bunların başında kütüphaneler geliyordu.
Kütüphane neydi/ niçin gerekliydi. Kitap edinmenin zorluğunu kitapçıları dolaşırken anlıyorduk. Ailemize dayatılan dinlerini ve diyanetlerini öğrensinler zorlu mesajları bizim için bir mecburiyetti. Sevgiden mahrum bir dayatmaydı. Okul okumanın belli mevkilere gelme bilgi ve beceri sahibi olma çok sonraları edinildi.
Hele kızların okul okuması “cehennemin kapısını kendi parasıyla açtırmak gibi bir şeydi. Onun için kızlar “ anne olmaktan “ başka bir şey düşünmüyorlardı. Kızlar ev işleri yanında, aileye katkıda payı olan çocuklardı. Anneleriyle birlikte çalı çırpı toplar annelik dersi alırlardı.
Dolayısıyla sınıfımızda “ Ben büyüyünce anne olacağım” çıkan cılız ve utangaç ses yaşamın en doğrusunu haykırıyordu. Bu ses her ne kadar bazıları için yadırganan bir cevap olduysa da çeşitli meslekleri sayarak kendini yüksek görme yerine yaşamın gerçeğini bize anlattığını geçte olsa anlardık.
Anneler günü vesilesiyle, tüm annelere saygılarımla…